“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
121 - *ÜSTAD-ÜL BEŞER* *(A.S.M)*
121 - *ÜSTAD-ÜL BEŞER* *(A.S.M)*
Anlamı: Beşerin bütün insanlığın
üstadı, hocası, bilgili ve ârif olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
… Enbiya-i sâlifînde nübüvvete medar ve esas tutulan noktalar ve onların
ümmetleriyle olan muameleleri hakkında—yalnız zaman ve mekânın tesiriyle bazı
hususat müstesna olmak şartıyla—yapılacak tam bir teftiş ve kontrol
neticesinde, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda daha ekmel, daha
yükseği bulunmakta olduğu tahakkuk eder. Binaenaleyh, nübüvvet mertebesine nail
olanların heyet-i mecmuası, mu’cizeleriyle ve sair ahvalleriyle, lisan-ı hal ve
kal ile, nev-i beşerin sinni, kemale geldiğinde “Üstadü’l-beşer” ünvanını
taşıyan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sıdk-ı nübüvvetine ilân-ı
şehadet etmişlerdir. O Hazret de (a.s.m.), bütün mu’cizeleriyle Sâniin vücut ve
vahdetini, nurlu bir burhan olarak âleme ilân etmiştir. İşaratü'l-İ'caz
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Bil ki, nev-i beşerde nübüvvet,
beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i hak, saadetin
fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir.
Madem şu âlemde parlak bir hüsün,
geniş ve yüksek bir hayır, zâhir bir hak, fâik bir kemal görünüyor. Bilbedâhe,
hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve
hasâret, onun muhalifindedir.
Mehâsin-i ubudiyetin binlerinden
yalnız buna bak ki, Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin
kalblerini iyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini
bir kelimede cem ediyor.
Öyle bir surette ki, şu insan,
Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan
sesler, dualar, zikirlerle mukabele ediyor.
O sesler, dualar, zikirler birbirine
tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette
Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz
kendisi o zikri söylüyor, o duayı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve
etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namazı dos doğru kılın.” emrini, küre-i arz imtisal ediyor.
Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde
bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti
cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı
ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.
Evet, eğer namazların arkasında,
hususan bayram namazlarında, bir anda Allahu ekber diyen yüzer milyon
insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi
birbiriyle ittihad edip içtima etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup,
azametine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği Allahu ekber’e müsavi
geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda Allahu ekber demeleri, küre-i
arzın büyük bir Allahu ekber’i hükmüne geçiyor.
Adeta bayram namazlarında âlem-i
İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr ve
etrafıyla Allahu ekber deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerremenin samimî kalbiyle
niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle Allahu ekber diyerek, o tek
kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağaramisal ağızlarındaki havada
temessül ediyor.
Birtek Allahu ekber kelimesinin
aks-i sadâsıyla hadsiz Allahu ekber vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve
tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüç ederek sadâ
veriyor.
İşte, bu arzı böyle kendine sâcid ve
âbid ve ibâdına mescid ve mahlûklarına
beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâle, yerin zerrâtı
adedince hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd ediyoruz ki,
bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet
eylemiş… Lem’alar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
… Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenâb-ı
Hakka ait netâici düşünmemek gerektir. Meselâ, kardeşlerimizden bir kısım
zatlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor,
gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit, zayıfların kuvve-i mâneviyeleri
kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor. Halbuki, üstad-ı mutlak, muktedâ-yı
küll, rehber-i ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.”
olan ferman-ı İlâhîyi kendine
rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade
sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet
verir.” sırrıyla
anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakkın
vazifesidir; Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmazdı.
Öyleyse, işte ey kardeşlerim! Siz
de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve
Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız…
Lem’alar