20.10.16

İstemek Güzel Şeydir...

Hayat memat yaşar insan…
İki aralık bir derelik yerler ve bir birinden garip menzillere de uğrar. Dolu dolu ve coşkun anların yüzünde ve yüreğinde bıraktığı hoşnutluklar olduğu gibi yüreğini ezen gönlünü bizar kılan zamanları da olur.
"İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir."
Buyrulduğu gibidir kısaca…
Ömür apartmanının her katında iniş ve çıkışların ve geçici konaklamaların, yani her bir adımın kendine mahsus bir etki ve tepki karşılığı vardır.
Ve insan her hadisenin durumuna göre ayrışır hayattan. Bütünüyle kendine dönük bir açıdan kendi dünyasına bakar.
Dimağında, kalbinde, ruhunda ne var ise onunla karşılar gelenleri. Bilmekle şekillenen davranış biçimleri, güvenli bir mukabelede bulunurken, bilmemekten gelen tutumlar endişeli ve telaşlı bir şekilde ortalığı velveleye verir.
Her hadisenin kendine özel karşılığı vardır. Hayatın her yerinde ve her ihtiyacın giderilmesinde adeta ona tahsis edilmiş bir çözüm ünitesi bir tedarik merkezi bulunur. Acıkınca yemek yenilir. Üşüyünce ısınılır. Uyku gelince uyunulur. Hastalık gelince şifahaneye gidilir gibi…
Bazen konuşmak ister insan bir dost ve arkadaş aranır. Bazen bir emele ulaşmak hisse hissesini ister istemekten uğruna neler feda edilir.
Bazen hayallerin önü kesilir bir şeylerle insan üzülür,boynu bükülür.Her hedefin sebeplerle ilişkilendirildiği bir esbab dünyası yol keser bazen.Cansız hayatsız bir çok engeller veya müracaat isteyen şartlar oluşur önünde.Her biri bir perde veya aşılması gereken engel yada ulaşmak istenilen noktaya bir merdiven görevi yapar.Ve öyle halleniriz ki onlarla ,hakiki tesirin geldiği noktaya kör olur,vasıtaları azl etmekte zorlanırız.Veya onların kullanılmasının hakkını veren bir nazar bir teşekkür ve üzerlerini aşan bir şükürle veda edemeyiz olan bitenin olup bittiği yerde.
Ve insan bu döngüye alışır.Bu dönencenin varlığından uzak açılara yaydığı halelerden bihaber kalır.
Varlığı içinde var olmasına karşı var eden bir yöne kalbi hızla atarken, yeknesaklık ve ülfet o pervazın üstünü örter. Duygular Gülleşmeden küllenir.
Her gidişin “Nereye”sorusu vardır aslında..Her isteğin “Ne için”sorusunun olduğu gibi…Her beklentinin bir bekleme süresi intizarında gizlidir.
Her umud edilenin “Ne olduğu ve Neden olduğu,ve Neden olacağı”şeylerde onun mahiyetinde iç içedir.
Fakat arzular o kadar telaşlıdır ki yol lambalarını ayrıntı görür.Ona lazım olan rehberlikleri hafife alır,söz dinlemek istemeyen körlüklere kapılır ve koşarak kendinden uzaklaşır.
İnsan bilerek ve bilmeyerek..Yada kendisinin bilmediği ama bilenlerin hazırladığı çukurlara düşer.Ve bütün dünyanın iki akım arasındaki çatışmanın meydanı olduğunu unutuverir.
Garip garip taraftarlıklar sahibi olur. Bulunduğu safın nerede olduğunu fark edemez. Didişir bir şeylerle ve kapılıp bazı cereyanlara birçok talihsiz söz söyler.
Aslında nasıl giderse gitsin ve nereye giderse gitsin oradan geriye ol gelmese de başladığı noktaya hep bir şeyler döner.Ya o yolda kullandığı eşyalar veya hatıralar ve defterine doldurduğu satırlardır..Döner ve ömürün heybesi içine ebedi bir seferin azığı olarak konulur.
Çok defa hesaba çekilmeden kendini hesaba çekmek, büyük bir kitaba haşiye olan bu defterin yeniden düzenlenmesini ve silinip aklanması sağlayan muhasebelerdir.
Konu kişi tarafına hassaslaştıkça ve amaçların kullandığı araçların beceriksizliği gün yüzüne çıktıkça İnsan bir başka bakmaya başlar dünyaya.
Her şey bir terkin üzerine müessestir mesela.
Her neye ulaşılırsa ulaşılsın üzerinde bir fena damgası vardır. Geçicilik denilen gerçek her şeyi kuşatmıştır.
İnsanın başını döndüren her ne ise zeval ile malamaldir. Buyrulduğu gibi
Ya onun ömrü ya da insanın ömrü kısadır.
Ve İnan sevdiği şeyleri bekaya kalb etmenin yollarını arar ilaahir……..
Ve insan ellerini açar;
Ve insan her hadisenin ve koşulun şartlarının oluşturduğu duruma göre ister.
Bazen verilir istekleri. Bazen gizlenir. Bazen ötelenir ötelere…
İsteyen ve istenen arasındaki isteklerin aslında ne olduğunun önemi, diğer bir öneme göre pek önemli de değildir.
Dilemek ve dilenmek arasında kurulan bu köprünün altından ve üstünden neyin geçtiğinin de bu kavle göre pek önemi yoktur.
Burada isteyebilmek esasına dayalı teveccühe kavuşmak visalin en ehemmiyetlisidir.
İnsanın, maksat ve matlapları ne olursa olsun ve hangi talebi yerine gelmiş hangisi gelmemiş bulunursa bulunsun, isteyebilmekle en son elde ettiği şey;
bir Vedud incisidir.
Velhasıl “İstemek ne güzel şeydir”…

Güzelliğe dair

Her güzellik her insana başka bir açıdan görünür..O güzelliği o açılardan görebilen göz ve his sahipleri,kendi bakış açılarına ve duygu dünyalarına göre o güzellikten hisse alırlar.
Güzelliği görebilen ve hüsnü hissedebilenler,kendilerine akseden cemalden kendi kemallerine yürürler.Güzel görmüşlerdir,güzeli görebiliyorlardır güzelliği anlayabiliyor ve güzelliği güzel olarak hissedebiliyorlardır.Ve kendi güzellerine sadıktırlar..Onun güzelliği ile baş başa kalırlar.O güzellikten nebean eden güzelliğin cilvelerine meftun bir şekilde her şulesine,her şuaına,her ihrakına ki muhabbetin meczini oluşturan hararetlerdir,onlar o cazibenin etrafında celb edilmiş bir manevra ile maveraya pervaz ederler.
Herkesin güzelliği kendinedir. Herkes kendi güzelliği ile baş başadır. Kalbinde o güzellik pırıltısını parıldatan hüsne olan kabiliyetlerini şükrederek, iradesiz mazhar oldukları bu letafeti bozmamak ve kaçırmamak için nazik ve dikkatlidirler.
Güzelliği hissetmek, idrak etmek, iz’an etmek iradi bir zorlama değil, fıtri bir meyilden ibarettir. Fıtrat hüsne âşık, kemale meftundur.
Güzelliğin güzel olması o güzelliği takdir edebilme ona ram olabilme, onun peşinden gidebilme, ona perverde olabilme, onun etrafında pervane olabilme, onun aksi nuruyla kendinden geçebilme özelliklerine haizdir ki, fıtratları su-i istimal olmamış gönüller, kalpler ve ruhlar ve akıllar, kendilerine göre teçhiz edilmiş muhibbi özellikler ile güzelliğe teveccüh ederler. Dolayısıyla güzelliğin varlığından tezahür edebilen güzellik sevdası, görebilme ve sevebilme yetisini güzelliğin kendine borçludur.
Eğer hakiki bir güzellik olmasa güzelliğin aşkı da olamaz…
Dolayısıyla güzelliğin kendisi bir merkez..bir cazibe burcudur..Bütün güzelperestler ise o güzelliğin etrafında dönen sevgili peykleridir…
Onları bir birine bağlayan o güzelliğin bir kaynaktan tuluu ve oluşturduğu hüsnün cazibesidir… Aşıklar o güzellikten nakışlarını çevirseler bakacakları yer, o muhibbilerin o güzellikten kendi ayinelerine olan akisleri olacaktır. Bir birilerine bakmaya başlayan ayineler, kendi içlerinde âdemi bir sonsuzluk ve gölgelerden müteşekkil bir hayal dünyası bulacaklardır.
Ve cazibe bozulur,o aşık seyyareler meczup bir şekilde boşluğa dağılırlar…ve aralarında bir çarpışma bir müzaheme meydana gelir..Güzellikten uzaklaştıklarından düştükleri karanlıklar ve o çarpışmalar onların güzellikleri bozar ve mahiyetlerindeki sevimli manaları soldurur.
Hani meyvelerin kabuklarının soyulmasıyla başlayan kararmalar gibi…
Güzellik ağacın meyvesi, o güzelliği görebilen ve güzelliği taşıyabilen güzelliklerden ibarettir. Dalından kopmuş her hüsün, cildi soyulmuş bir meyve gibidir.
Eğer o meyve var oluş köklerine bağlı kalsa,sadakat ve kanaat ile olgunlaşsa bir güzellik çekirdeğini rıza ve hoşnutluk bahçesinde nurani bir toprağa bir güzellik olarak düşecek ve o çekirdek için ebedi semereler verebilecek bir Şecere-i Ahsen şekline girecektir…

Bilmek

“Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.”

Bilgi ve bilgisizlik ve ilimsizlik neticesinde görünen cehalet ve körlük gafletli bir hayatı insanın önüne koyar ve yaşamak sofrasına getirir.
Hakkında her bilinmeyen hakikat, birçok şeyin tesiriyle çeşitli renk ve boyalara girer. İnsan fıtratında olan arayışlar ve tanımak temayülleri ilmi olan tarifnameler ile teskin edilip doyurulmazsa başka şeyler açık kapıdan girer.
Felsefenin zehirli kısmı, hayallerin kurguladığı ucube tanımlar, hikâyeler, tasvirler ellerinde çaputları getirip fikrin ağacına bağlarlar. Semeresi faraziyat evham ve şüphe olan bu ağacın dallarına bağlı tüm yargılar, hadler zamanın tesirli rüzgârlarına göre hareketlenir. Kısır ve akim bir şekilde ömrü tüketir gider. Meyvesiz bir hayatı dünyeviye ve uhreviyeyi netice verir.
Hem herkesçe bilmemenin dehşeti bir derece bilir. Çünkü bilinmesi gereken şeylerin bilinmemesi, o bilgiye ihtiyacı olan birisini karanlıklar ve çaresizlikler içine hapseder.
İnsanın bilgi ve bilgisizlikle olan mücadelesi hayatının en büyük mücadelesini oluşturur. Şeytani fikirlerden neşet eden bütün olumsuz düşünceler, evham ve vesveseler insanı cehalet tuzağına doğru çeken önemli stratejilerdir.
Vazifelerin yapılmaması, öğrenme duygusunun hareketliliğinin sağlanamaması, doğru hedeflerin karşısına çıkan maniler ve engellerin şaşırtırcı yönlendirmeleri insanın atıl ve verimsiz bırakılmasını temin etmek açısından şeytani ve nefsanî hileleri içermektedir.
Özellikle şeytanın yaptığı hamlelerde kendini gizlemesi hatta varlığını inkâr ettirecek kadar desiselerini örtmesi. Bütün menfi düşünce ve hareketlerin sebeplerini kişilere zamana ve olaylara taksim etmesi insanın düşünce tarzında sadece vesvese ve evhamların hâkim olmasını netice verir.
Fikir selametini kaybeder ve türlü harici yönlendirmelere açık düşer.
Bu harici yönlendirmelerin en önemli sistemi, bir noktaya dikkat çekerek, konunun bütün irtibatlarını kesmek suretiyle, olayın veya oluşturulmuş düşüncenin merkezine sürekli tahşidat uygulamak şeklinde yapılmaktadır.
Eğer insan içinde olduğu durum itibarıyla vaziyetini tahlil edemez ise şeytanın ve nefsinin elinde oyuncak olur.
Genel olarak insan dünyasının hedef olduğu fikri veya hissi taarruzlara mukabele edebilmesinde iki şekilden söz edebiliriz. İnsanın iç dünyasına ait vesveselere karşı lakayt kalması bir çözüm olarak ifade edildiği gibi, mahiyetini bilmekle yapılan mukabelenin ilmi olan bir savunma sistemi de vardır. Lakayt kalmak önemsememekte bilmenin eseridir.
Üstadımız Bediüzzaman’ın dersinde ifade ettiği şekliyle;

“Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.”

İlme karşı lakayt kalmak bütün desise ve evhamın merkezi olmak anlamına gelir. Bilenle bilmeyenlerin farklılığı, doğu ve batı kadar bir mesafeyi ifade eder.
Bu meseleyi biraz etraflıca düşündüğümüzde ve genel anlamıyla izlediğimizde cehlin etkilendiği tüm konuların bazı meselelere mahsus olarak bir yoğunluk oluşturduğunu görebiliyoruz.
İnsan direnişini kıran ve onu mağbup eden şeyler bilmediği konuların üzerinde olmaktadır. Yada bildiği konuyu irtibatlı olduğu diğer hakikatlerden ayırarak lokal olarak zayıf düşürme şeklinde olmaktadır. Nazarı bir noktaya hasrederek orada körlüğünü sağlamak şeklinde tezahürleri vardır.
Bu vesveslerin, diretmelerin, şüphelerin her biriyle birer birer uğraşmak, öncelikli olarak, başarılı bir neticeyi getirmekte pek doğru bir çalışma şekli değildir. Çünkü bütünlük irtibatı tesis edilmemiş kısmi bilmekler, hakikatten koparılmış parçaların o taarruzlarda mağlup olmasını iktiza edecektir.
Bu nedenle insan bilmek noktasında kendini ilgilendiren konularda bir bütünlüğe hâkim olmalıdır. Örneğin; Duçar olduğu vesveselerin taarruzların büyük bir hakikatin şubelerine yönelik olması, stratejinin merkeze doğru ilerleyişindeki karakol baskınları olarak adlandırılması mümkündür.
O taarruzlara karşı karakollar ile merkez arasında bir iletişim yönetimi ve merkezi bir koordinasyon gerekmektedir ki; şubeler arasındaki dayanışma ve ortak savunma o virüs yaklaşımlarını bertaraf etsin.
Akıl, kalp ve sair letaif arasında bu irtibat her bir latife ve hassanın kendine münasip cihaz ve silahlarla donatılmasıyla mümkündür. Her bir hassa ve latifenin kendine münasip bir ilmi ve hissi bir cephesi bulunur.
Aklın mesaili ilmiye ile olan münasebeti onu deliller ile donatırken, kalbin o deliller mesamatından doğan öz kaynaklar ve fıtri olan temayülleri ile marifetten gelen ve yapısıyla örtüşen eczalar ile sarsılmaz bir istinad bulabilir. Vicdanın yapısal niteliği, ruhun mahiyetindeki irtibat ve insanın tümüyle olan alakadarlık ve varlıklılık imtizacını organize edecektir.
Kısaca insan insanlığına ait ilimleri bilmek zorundadır. Buyrulduğu gibi; ilimlerin şahı padişahı iman ilmidir.
Çünkü Üstadımızın ifade ettiği gibi kâinatta en mühim mesele imandır… Kâinattaki en mühim mücadele iman ve küfür arasındaki mücadeledir. Bu mücadele ise çok cephelerde yapılmaktadır.
İnsanın bu mücadelede ayrıntı olarak savaşması veya başka başka cepheler açması onun bu savaşı kaybetmesine sebep olabilir. O nedenle yukarıda da ifade edildiği gibi merkezi kuvvetlendirmek, iletişim koordinasyonunu sağlamak için gerekli ilmi jojistik sistemini oluşturmak gerekmektedir.
En etkili kaynağın gayet dikkat ve ciddiyetli bir takiple kullanılması, Bilginin depolanması, mesai ve uğraşların aksatılmadan ve devamlı bir şekilde temin edilmesi, marifetin ilim musluğundan sağılmasını tedarik etmek, sürdürülebilir bir mücadeleyi Biiznillah galibane tesis edecektir.
Üstadımızın tevhidi kıble ederek Ku’andan aldığı bu dersler..Yani risale-i nur eserleri ilmin bütün meratibiyle stratejik yapısının, dünya ve ukba cihetlerinin gereklerini,levazımatını,ihtiyaçların terkiplerini ,insanın bütün hassa ve letaifine sunmaktadır.

Derki;

"İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir."
Yine der ki;

……..hidayet ve dalâlette insanların dereceleri mütefavittir, gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor.
Ve Rabbimiz Der ki;

“Rabbim! İlmimi arttır” de. (Tâ Hâ Suresi, 114. Ayeti Kerime)

“Rabbim! İlmimi arttır”Amin…

Selam ve Dua…….

Leyl/Nehar

Kinini kitaba uzattı..
Dikenli sözler söyledi…
Aklıyla sürtüştürdü kelimelerini..
Durmadan konuştu…
Konuştu…
Dünya döndü..dönüyor da..
Aldırmadan…
Gocunmadan döndü…
Başkaları da vardı..Biraz öncekilerden,biraz sonrakilerden..Kadınlardan,erkeklerden ve cinlerden, ifritlerden, şeytanlardan da vardı..
Gizli açık konuş...anlar..Odalar arkasında,şişe dibinde,gecenin bir köşesinde,izbenin içinde,hamamın bir yerine sinmiş..eski bir eteğin,kalın bir ceketin cebinde konuştular…
Hapishanelerde, hastanelerde, döşeklerde konuştular…Ezan okundu,çan çaldı,büyü yapıldı…Cinayetler işlendi..Birileri doğdu..Köpekler kedi yavrularını emzirdi…Sırtlanlar ceylanları parçaladı..Yağmur yağdı,çiçekler açtı,çok yağdı sel oldu..Buğdaylar,sığırlar boğuldu..duvarlar yıkıldı..Filizler çıktı taş yarıklarından…
Dünya döndü…
Mızraklı bir kin öfkelendi..Yaylı bir fikir gerildi asumana..Delirdi nefretin gayri meşru çocuğu…
Evvelki adam gökyüzüne ok attı..
Sonraki adam kurşun sıktı..
Sözler,satırlar,sesler,demirler,zanlar,savlar,tezl er,okkalı kahveler,müstehzi mimikler,alaycı imalar,göz kıpmalar,dedikodular ,Her şey düştü..hiç bir şey tutunamadı sarkıntılık ettiği yerde..
Adımlar,gölgeleriyle adamlar düştü toprağa..
Selâ okundu,Bela okundu..
Dünya Sessiz sedasız döndü…
Sol yanında açılıp okunacak bir defterle, Adam çürüdü… Kadın çürüdü… Çocuk çürüdü…

....................

Büzüştü adem..âdem diz çöktü…Gündüz oldu..gece oldu..Önce gündüz,sonra karanlık öldü…
Başını göğsüne,çenesini bahtına bastırdı..
Yüreğinden su yürüdü gözlerine..
Dilek ıslandı,
Niyet ıslandı,
Dua ıslandı..
Bilmiyorum dedi adem..Bilmediğini öğrendi…
Yalnızlıktan,korkudan,yalandan dolandan konuştular biraz..Bir iki tükenir kalemle tükenmez şeyler yazdı…
Birkaç satır tutmadı..
Boşluğun boşluğuna vurd...uğu seslerden çınladı sessizliğin kulakları, O’dan başkası duymadı…
Şehrinin anahtarını verdi gelenlere..
Önce kütüphanelere girdiler..En bulanık nehrine zamanın bütün kitapları,fasikülleri,ansiklopedileri,Cd’leri midileri sulara bıraktılar.Kalan yığıntılardan kocaman bir ateş yaktılar..
İbrahim’i bekleyen bir ateş…
Kocaman mancınıklarla hiçliği orta yerine atılacak bir ateş…
Fikirleri tutuşturacak bir ateş..
Perdeleri uçuşturacak bir rüzgar..
Dingin yağmurlar da peşinden…
Karanlığı zincirle çekip, uykunun göz bebeğinde uykuyu uyutup yalınca ayakta durup, baş açık el açık, gönül açık yığılıp kalınacak ahir zamanlardır feleğin gör dediği…
Kendine sus dedi adem..Susturdu tüm konuşanları âdem…
Canlı cansız yayınları..Ölü diri bültenleri..kenar köşeye serpiştirilmiş öteberileri..Kal’den kelamdan sonu “dur,dır,dir diye biten rivayetleri…
Kendi yokluğunu gammazladı kendine adem..nar’dan çatılmış kürsüye yürüdü..aleve boy verdi…
Alnını yere koydu âdem…………………………………………………………..

Siyah Noktalar

Takatin boynu bükülür..ne kadar masum ve ne ile yorgundur ayrı bir muamma…

Fikrin ellerini dimağın şakaklarına yaslayıp daldığı karanlıklar baş belası…Yol geçen hanı ile maruf bir lümmeden muzdarip bir kalp inler örs sesleriyle..darbeler iz’anın sinesini siniye çevirir…

Meşumiyeti her yakayı tutmuş ve haklıyız meramı payimal ederken…

Ayrılıp gitmiş bir ünsiyet,esbaplarını toplamış bir istinad,bariz bir yalnızlığa demir atmış bir istimdat..Cehennem dönmüş bir burudet..uzaklık yangınları kıvılcımlarıyla sırça sarayı tutuşturmuş…

Gizlenen gizlenmiş..sırrın tesellisi de yok..zannın bin türlü belası ve veba gibi sarılmış yakarışların gözleri..âma çırpınışlar istigaseleri hedmediyor.

Karilerin fehmedemeyeceği serzenişleri dökülüyor parmakların yüzüstü sürünüşlerinde…

Abdestsiz ve özürsüz uzanılan bir gece…Her yanından kuşatımış bir acziyet..

Sema sessiz..yıldızlar dilsizdir…

İ’cazın İşaret ettiği yerdeki bir ahval..Balığın karnına giren esrarı ve kurbun tecellisinde yetim..up uzak kup kurudur kelimeler…

Sakarın serinliğine atfen bir vaziyeti acibe bir zakkum çekirdeğine sürgün verir..Butlanı gönle düşer…

Ne Hızırdan ne hazırdan bir haber vardır.Ne de gavsın kavsinden çakan bir parıltı..Ne de ne nağbudu ne nesteğin ihtizaza getirir ruhu..ne de bir tahassün kendini evhamdan kurtarır..ne de ulaşır kırk kanatlı ulakların taşıdığı mektuplar..yâr yaren suskundur...

Acul bir heyecan yıkar haneyi..

Acil bir yol taharri edilir de teeni ölür…

Echel bir hüküm asar sabrı tam genzinden.

İki damla gözyaşı olsa iyi idi..

İnce bir sızı yol kesseydi alâydı..menamdan ayyuka pervaz eden cılız bir şua olsaydı bari..olsaydı da iyi idi de olmaz…

Mevadd-ı muzzıranın becayiş edildiği sıhhat, seratan bir sekre tutulur..İflas eden müfekkirenin zavvallı tefekkürü efkardan azl olur…

Zavallı zaviye kaybolur yavaş yavaş…

Rüyaların çarpıldığı ceridelerde akibet endişesi..malumat leşleri saçılmış olay yerine…

Fikirler satır aralarında vakur..sadırda uslanmaz bir dilencidir…

Sancı başlar...

Mahdut bir tünelle mülevves bir kabzın arasında kalınır..An anını kaybetmiş..zaman obezdir…

Siyahtır tüm renkler..simsiyah..içinde ki hain simsar sürekli bir menafinin peşinde heder eder olanı biteni..

Dikenler elini kanatır..akıl başa geldi mi diyecek biri olmaz..akıl başa gelmez…
Yavaş yavaş kükürtlü bir toprağa düşer azalar..duygular defnolur,hisler def olur..varisi olunan cürmün curufu bin kez alev alır..dumanlı dumansız alev alır…

Kader de kazası ile efale efal de fiiliyle takdire divan durur.Hükmün mürekkebi ve mürekkebatın tertibi satırda kurumuştur..Atâ da kalan ıslaklık zorlar takdirin mürid iradesini binbir muradla..meşiet meşietin örter üzerini…

Bir türlü arşı süküna,mercii icaba,icabı lerzeye getirecek çığlık bulunmaz…leyl nehar bütün bablar didiklenir satılmışlıkla..beş kuruş etmeyen idrak meteliksizdir.

Başka yerde ise ;gayb ile şuhud adil bir id’i kutlar..Akibet muttaki bir şifadadır..Marziyat zerratı hakikate hâkimdir..Muktezi iktiza hakîmdir…Tesadüf şebekesi mahkumdur..Murettebatı mesrurdur sefine-i mutinin…

Dumanın çıktıyı yerde ise ;biganelik biçarelik ile malemaldir..Delik bir heybe,yırtık bir aba,eğri bir asa ile kalır şehrayinin ortasında…

Eflakın dehrinde dört nala giden felsefe-i hevaiyesi üzerine kan sıçratır..Küçük küçük noktalar mevsimleri küsüfa tuttur..dualar öksüzdür..lisanı lâl olur..Toplanıp içtima edecek cami bir şeyler kalmamıştır.Ferdi ferid letaif savaşı kaybeder...

İçi in doludur alemin..her kuytu tutulmuş her duvara resmedilen suretler aydınlığı perdeler..maksud ,matlup,mabud,mahbub olan adem-i tenezzül ile müstağnidir.

Kusursuz bir firak vardır..Bu kadar kahırlı olur ayrılığın sesi...

Bu kadar kimsesizliktir..Bir o kadar çaresizlik sıbgalıdır umid..Ve ümit en zor günlerini yaşar…

Bir yersiz bakış..Bir önemsemesiz duruş..

Ve aldırmazlık… Koca diritnotları batırır…

Büyük vedialar denizin dibini boylar…

Artık ağrılıdır yaşamak..ağır ve ağrılı…

Bir şeyler, olmazlar şeyler olmuştur..herkeslikten mamul edilmiş merhemler bir işe yaramaz..hiç bir şey öyle gelmemiştir ve böylede gitmez...

Birikmişlik hesap çetelesiyle durur karşıda..dirilecek kadar hayatı kalmamış,eman dileyecek kadar bir sinir ucu yoktur.

Kara kara noktalar kap kara bir levhaya dönmüş zifiri bir örtü,varlık hazinesini örtmüştür.

Asrın estetik yaptırmış günahları idam fermanını imzalar.. ve İnsan Allah’a rağmen, Allahsız kalır…

Çünki bâtın-ı kalp ,âyine-i Samed’dir ve ona mahsustur.

Dediği gibi Bedi’nin:

Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma!

Dünyayı yutan bütün latifelerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar…

Hasbihal -2

Zamanı âdemden beri gelen iki cereyan-ı azime diye adlandırıyor insan selini Bediüzzaman…
Birinci nehir-i nurani nübüvvet akağını kendine mesken tutmuş..diğeri ise nübüvvetin talimi olan kulluk hazinesinin acz ve fakr madenlerine kifayet etmeyerek, yahut idrak etmeyerek ,veya da isyan ederek kendi vedialarının üzerinde sahipliklerini iddia ederek dalalet vadilerinde akmış durmuşlar.
Nur ile zulmeti tefrik etmekten,
Hidayete mazhar olmak demek olan hakla ile batılı bir birinden ayırabilmekten,
Doğru olana talip olmaktan,
Hakka müşteri olmaktan,
Verimlilikten, bereketlenmekten, kendisinden fayda elde edilmekten, üreten bir değer olabilmekten,
Varlık âlemleri hesabın çalışacak bir idealin yanında içinde yer alabilmekten,
Yapıcı,muktesit,hikmet sahibi,anlayışlı ve zeki bir muhatap,akıl sahibi bir yoldaşlıkla safını belli etmekten..
İman sahibi olmaktan,
İslam nimetinin farkına varmaktan,
Güzel ahlakla ahlaklaşmaktan,
Zarafet,nezaket,letafet gibi değerlerin kendinde toplandığı bir şahsiyete mazhar olmaktan..
Nesirden, şiirden, güneşten, aydan, kelamdan, sözden, manadan anlamaktan,
Hüzne dalabilmek, şevke varabilmekten,
Yüksek himmetlere sahip olabilmek,kendi nefsine acıyabildiği ve onu hayra sevk ettiği gibi başkasının helakete ve felaketine karşı ciğeri yanmaktan..
Sevgililer ile sevenler ile sevilenler ile beraber olabilmekten ayrı kaldılar…
Evet,
Mukabele mahiyetinin ve seciyenin dışında tahripkâr nehrin saliklerinde bulunan muamma, bütün hasenelere karşı geliştirilecek bozguncu bir fikir bulunmalı ki nefes alabilsin.
Efkâr her nerede olursa olsun idame-i hayat için kendini kendine mahsus erzak ile beslemelidir. Durağanlık ve ortada bir noktadan söz etmek anlamsızdır. Ya mefkûrenin zirvesine çıkılacak ya da esfelin en safil dibini inilecek.
Ruhunda kalbinin derinliklerine hissedilmeyen bir hakikatin istikrarı olamayacağı gibi bütün letaifi asabi bir istibdat altında tutacak inat olmazsa dayatmanın hayatı da olmaz.
Bu nedenle hakkın kuvvetine malikiyet, keyfiyette mündemiç olduğundan, insaf ile ikmalinin eksere istinadı, şuur ve teslim istediğinden ittifak burada muhkem bir mevkide hem hizmet eder hem hâdimlerini bekler. Vucudi olan şeyler ancak delille beslenir. Bürhanlar ise hadsizdir.
Ama tekfirde bu lazım değildir. Çünkü cehil ve temerrüt inkârın yeşermesi için yeterlidir. Hem göz önünde zahmetsiz elde edilen menhus lezzetlerin oluşturduğu müptelalık sekrinden riayeti hayatlarını kolaylıkla devam ettirir.
Burada dilini kollamak,
Kalbine sahip olmak,
Ruhunu muhafaza etmek,
Günahlardan çekinmek,
Takdir etmek,
Tazim etmek,
Hakkı desteklemek,
Mücahede azmine sahip olmak,
Varlık için çalışmak,
Üretmek, fayda oluşturmak, acımak, himmet sahibiyeti, feragat, feraset, dirayet, ihlâs gibi zorunluluk ve karakteristik nitelikler olmadığından, bedava, zahmetsiz elde edildiğinden beleşçileri çok, şakşakçıları ziyadedir.
Bu güruhun lideri nesf-i emare ve amiri şeytan olduğundan şehvetten, garaza, garazdan kibire kadar bir silsile tahrip hesabına çalışırlar. Daha doğrusu adem-i mesuliyet ten neşet eden vazifesizlik neticenin tahakkuku olan zarar ve ziyan için kafidir.
Kaos ne olursa olsun, etrafı be muhteviyatı ne kadar mütenevvi ve çeşitli bulunursa bulunsun bunun altında yatan enaniyetin tuttuğu sapkınlık yolundan başka bir şey değildir.
İnsanın bu vecihle kendiyle hadiseleri kıyaslaması,
İşine gelenlerin ve menfaatlerinin peşinden gitmesi,
Nefsine olan itimadı,
Kendi aklına olan güveni,
Çıkarlarının her şeyden ileride olarak korunması,
Riyakârlık, münafıklık his ve tutumlarının fasıklık ve fücurla el ele vermesi
Ve fikrine yardım eden her ne olursa olsun onu dost telakki etmesi gibi şeytani bir arkadaşlıkla yürünmesi,
Bahaneler, zanlar, vehimler ile kör edilmiş gözlerin karanlık bir dünyasının oluşmasına sebepte egonun eseridir.
Farklı olmak düşüncesi, farkındalık iddiası, zekâvet zannı,mugalâta ve efkârı batılanın kusmuğundan beslenmekte egonun mahiyetindedir.
Kendini tevkil etmek, ehliyetli ehliyetsiz herşeyde görüş bildirmekte bunun eseridir.
En kısa ifadeyle aslında kendinin ne olduğunun, nereden gelip nereye gittiğinin farkında olmamak ve bu farkındalık zorunluluğundan göz kapayarak, âmâlığına gerekçeler üretmekten başka bir şey değildir.
İnsan kabiliyeti muhtelif..anlayışı ve bakışı farklı farklı..Her yolun kendine mahsus mihmandarları var.Dalalet yolunun mihmandarları da hidayet yolunun kandilleride bellidir.
Hevesata davet eden,
Bencilliği besleyen,
Hep şahsi halklık ve tenkit tarafında bulunan,
Kibirli olan,
Gıybet gibi alçaklıktan kendi kurtaramayan,
Gözü ve gönlünü haram şeylere sevk eden,
Öteleyen,
Vazifeden kaçan,
Sürekli mazeretler üretim daimi mazur olan,
Güzel görmeyenler,
Düşüce estetiğini kaybetmişler,
Sürekli öfke ve kin içinde olanlar
Sinirini kontrol edemeyen,
Huzuru tanımayan,
Nefsine itminandan başka şeyden mutlu olmayanlar
Başkası için iki damla gözyaşına sahip olamayanlar,
Hayatta hiçbir işi bitirememiş olanlar,
İki yakası bir araya gelmeyenler,
Her şeylerini kaybettikleri halde hiçbir şey olmamış gibi ayaklarının altındaki boşluğu görmeyenler,
Düştükleri çamuru miski amber diye yüzüne gözüne sürenler vs……..Hepsi bu asar-ı meşumenin evlatları ve efkarı batılanın gafil ve cahil gayri meşru çocuklarıdır.
Sapkın olmak illa küfrün aşikar yerinde olmak demek değildir. İslam ahlakından mahrum ve uzak her davranış o taifeye dahil olmak demektir. Küfrün babaları çocuklarını ego zehriyle besler ve bu gıdadan müstefid olanlar için şeytan gayet zeki bir stratejisttir.
Aklı hakikiden istifa etmiş ahmaklar için evet şeytan gayet zekidir. Vehmi fikre dönüştürerek fıska değer katar. Taliplisini kulluk şerefin havalandırarak daha iyisini yapmak fantezisiyle uzaklara götürür.
Burada en kötü yanılgı şudur;dalalet için işe yaramayan aptalları şeytanda sevmez.Bir ayağı güya hakikatte bir ayağı iblisin yanında olanlar iblisler içinde münafıktır.
Şeytan bu adamlar samimiyet bulmaları ve kendi safına ciddiyetle katılabilmelerine hizmet eder..
Önce değerlerin altı kazılır,
İdeal ipleri gevşetilir,
İnaç bağları zedelenir,
Kusur gören gözlüklerle muhakeme hafifleştirilir,
Hatalar ve günahlar hafife alınır,
Zayıf emarelerden dayanak noktaları tesis edilir ve uçan balon için vurucu darbenin planı uygulanmaya başlar…İblis bu hizmetinde çok mütevazidir.Varlığı hiç belli değildir..Çünkü o artık sahiplenilmiş bir fikre dönmüştür.Zatının önemi yoktur çünkü davası şakirtlerince sahiplenilmiştir.O kendi taifesinde itibarlı bir şeytan olmuştur.
Alem-i İslamın ihtilafından elde edilen ve imtizaç manisini dikkatle düşünebilen her kes bu manzarayı görebilir.Sınıflanmak ve meşreplere bölünmek ve düşmanlara dönüşmek……………..
Kişisel alemde ise eserleri yukarıda bahsedilen kısımlardan da belli olacağı gibi, yanlılarını,dalmışlarını hissedar etmiştir.Dalkavukluk,iki yüzlüğün yanında farkında olmadan düşünce selametini kaybetmek gibi neticeler vardır.
İmani zevkini kaybetmek,
İslam dairesine hürmetini yitirmek,
Saygı ve saygınlıktan uzaklaşmak,
Anlayış ve kavrayışın cihetleri ihata eden görüş açısından uzaklaşmak,
Farklılıkları görememek,
Kalp lezzetinden yoksunlaşmak,
Gönül huzurundan düşmek,
Duasızlaşmak,
İhtiyaçlarının farkına varamamak,
Tövbesizleşmek,
Ne yapacağını bilmemek,
Hiçbir kitabın sonunu getirememek,
Hiçbir fikri kabullenmemek,
Din kardeşliği ile ilgili olgulardan uzaklaşmak ve yalnızlık gibi bir noktaya doğru sürüp giden bir durum bir kanserli yaşam……………

Oysa hidayet mazhar olmak,kalbinin önüne gelen doğruyu tasdik etmekten ibaret bir şeydi..
Yanlışların ürkütücülüğünde uzaklaşmak ve kusurlarından teberi edilmekle süslenen bir kalpten ibaretti..
Sadakat ve kanaat ölçülerinin rıza dairesine misafir ettiği bir gönlün kabiliyetinde müştefid olacağı nimetlere ulaştırılmasıydı..
Her şeyin maliki kim olduğu..
Her şeyin mutasarrıfının kim olduğu..
Zerrelerle şemsi bir tutan, mahlûkatın bütün enfası elinde olan,
Mevsimlerden ölmelere,dirilmelere kadar olan bütün faaliyeti acibenin kimin eseri olduğu..
Ve kalbindeki en ince hatırata kadar bilindiği hakikatinden aldığı ünsiyet ve bilmekten gelen emniyet,tasdik ve takdirden neşet eden hayret ve imanıyla kazanılan bir bakıştı..
İman büyük bir nimetti..
İslam büyük bir aile..Yüzyirmidört bin enbiyası,yüzyirmidörtmilyon evliyası,hadsiz asfiyası,aktabı velisi,müdakkik ve muvahhid alimleri,müçtehid ve imamlarıyla Allah’a kulluk etmeye azm etmiş koskocaman bir devletti…
Nübüvvet yolunun yolcuları..
Rablerine olan kulluk ve icraatlarına olan rızalarıyla sevildiler.Gönül kapıları açıldı..kalplerinde kin ve nefret kalmadı..Nefislerinin nedametleriyle boyunları büküldü..Şükür içerisinde mukabele edebilmenin yollarını aradılar.Rablerinin rızasından başka şeylerle meşgul olup midelerini bulandırmadılar...

"Evet insan aldanır, ben de öyle bir dessasa aldandım?" (Sözler 7’nci Söz)

İnsanın yaratılış hikmeti ve kainatın yaratılışı,içinde bulunan donanım ve üzerinde tanzim edilmiş neden ve niçin dokusu..İradenin tercih noktasındaki hürlüğü..kanaatler..ifadeler..taraftarlıklar..iddi alar vs…
Bütün bu varlık alemi üzerinde insanın ürettiği veya tükettiği fikrin sadece insanla baş başa olması tedirginlik verici bir şey..
Örneğin;
Herhangi bir konuda duyulan ve öğrenilen bir şeyin kişi tarafından kabul görmesi veya görmemesi durumunda onu dünyasında arşivlemeden önce, bir neden belirterek etiketlemek suretiyle dünyasının bir köşesine kaldırır. Uygun zemin geldiğinde bu zeminin uygun olması düşüncenin doğruluğu anlamında değil de şartların geliştiği ortamda, konunun konumuna göre, ya sükûnetle, ya takdirle veya öfke ve inkârla, inatla düşüncesini ortaya koyar.
Küçük alamet ve işaretlere bağlı bu yöneliş kişi üzerinde nefsi manada bir kanaat veya inadi bir ayak direyişi olması çoğu zaman anlaşılmaz. Çünkü düşmanın stratejisi geniş alan stratejisidir. Şeytan için olumsuz düşünce veya olumlu düşüncenin anlık reaksiyonları söz konusu değildir. Mücadelenin sonunu hedeflemiş olmasından;
İnsanla beraber camiye gelmesi, namaza durması, helal haram hassasiyeti içerisinde yer alması bir sorun teşkil etmez. Onun en temel hedefi insanın yalnızlığını sağlamaktır.
İnsanın yalnız olma noktasına gidişinde iki esas etkilidir.Birisi bulunduğu camiaya bazı bahanelerle küsmek..diğeri ise ilmi bir kisve ile bilmek adına gerçekleşen ayrıştırmadır.Bu iki süreç aslında bir birine dayanarak kuvvet alır.Kişi küskündür ama bilgilidir..Kendi kendine yeterlidir..yol bir değil binlerdir gibi asabiyetini kuvvetlendireceği sebepleri bir araya getirerek vehimden müteşekkil bir istinad duvarı oluşturur.
Davranış ve düşüncenin sonucu nereye varacaktır?..düşüncesinin sonucu ile ilgili bir sorun algısı asla oluşmaz..çünkü yüksek hedefli bir etiket bu sorunun sorun olmaktan çıkarmıştır.
Sineklerin tatlı bir şeye üşüşmesi gibi..tekil olan başlangıç düşüncelerine her gün kuvvet verecek değişik bölgelerde gerçekleşen kopmalar meydana gelir.Kendi gibi düşünen insanlar veya kendini güçlendirmek adına toplanan delillerle yeni bir dünyada yaşamaya başlar.Algı temelinde, tartışmalı konular olması,üzerinde muhalif fikirlerin bulunması veya bir netlik bulunmaması hele de “yanlış düşünebilirim”ihtimalinin ortadan tamamen kalkması vardır.
Kişinin oluşturduğu hayal dünyasının güya fikri dayandığı noktalar hezeyanında ve sürekli güncellemek zorunda kalmaklığında da yalnızlık oluşmuştur.
Çünkü cadde-i Kübra denilen büyük caddeden ayrılan her yolcu münferittir. Ve yaratılış temel mantığında hedef münferit olan mazhariyetlerle bir birlik oluşturmak ve olumlu bir ahengi cemiyet, cemaat,millet şuurunu yakalamaktır.
Düşmanlıkla beslenmek,tekfir musluğundan su içmek,kusur aramakla bir ömür geçirmek neticesinde bir insanın nasıl öleceği ve ihtilaf ile ortaya koyduğu ittihad bozucu davranışlar neticesinde elde edeceği neticenin adına “Allah Rızası” diyebilmek..veya diyebileceğini zannetmek ne büyük bir ahmaklıktır.
Kişi belki bu noktada “Ben nasıl bir Allah’a inanıyorum”diye sorarak, Allahın İslamiyet ile ondan istediği itaat gerekçelerini irdelemesi beklide insanın en büyük meselesidir.
Evet, İnsan aldanır. Bu aldanmanın en merhametsiz şekli kişinin kendine davrandığı hatada ısrar biçimidir. Sürekli fikrinin veya düşüncesinin bir yerinde haklılık gören ve kendine o doğrultuda sürekli bir doğru düşünce niteliği kazandıran bir insanın Hilkat-i Kâinatın hikmeti anlamış olmaktan hadsiz derece uzak olduğu anlaşılır.
Hem kendi yürüyüşünü terk etmek ve başkasının da yürüyüşünü öğrenmemek..tabiri diğerle zarara rızasıyla girmek neticesinde elde edeceği sonucu şeytan onun boynuna maal iftihar asar.
Böyle muazzam bir kainat..Böyle muhteşem bir yaratış..böyle harika bir yaratılış..Hadsiz bir sanat eseri..mükemmel bir denge..mütenevvi renkler ve sonsuz bir ilmin tezahürleri..
Kendini ortaya koyan bir güzellik..maksadını anlatan bir kitap..tüm razı olma şekillerini ortaya koyan bir din..tarifnameler,tarifçiler ve daha niceleri..
Kan revan içinde bir İslam alemi..
Parçalanmış bir mensubiyet..
Fesada uğramış yüksek gayeler..
Payimal olmuş hasletler ve yüz binlerce acı..
İnsan haklı olsa ne olmasa ne..bu yıkımın içinde elinde bir tahrip kazması dilinde zehirle bu kargaşanın içine girse ne girmese ne..
Acaba Rabbimiz bizden ne istiyor..
Bu kainatı yaratmasındaki hikmet ve maksat bizim bu amacı bir kenara koyarak kendimize oluşturduğumuz sorunlarla mücadele etmemiz doğru mu?.
Allah bundan memnun olur mu?
Yani sen tefekkürü bırak..
Hüsnü zannı terk et..
Kendi doğrularınla yaşa..
Kulağını her türlü yapıcı olan düşünceye tıka..
Hiçbir doğru faaliyetin içinde yer alma..
Senin bir şey yapabilmen için senin için kusursuz hazırlanmış bir zemin bekle..
Sürekli kusur arama peşinde git..
Nefsine azami derecede güven..
Şeytanı ve düşmanlarını hiç hatıra getirme..
Güya hiçbir şey yok muş gibi yaşa..
Tüm sorumlulukları çeşitli bahanelerle terk et..
Şahsi hiçbir keyfini terk etme..
Sürekli mazeretler geliştir.
Anlamaktan dem vur.. bu mudur?
Yoksa;
Tamirin yanında..
Mütevazi..
Yapıcı..
Hikmeti düşünerek..
Maksada ehemmiyet vererek..
İncelikleri kavrayarak..
Nazik,anlayış estetiğine sahip..
Müslümanlara merhametli..
Aklı selim sahibi..
Kalbini koruyarak..
Saygılı..
Ahde vefalı..
Yanlış düşünebileceği izzetiyle doğruya müştak yaşamak mı?
Doğru düşünceler insanda yalnızlık yapmazlar. Yani yukarıda konuya girerken ifade edildiği vecih ile;eğer bir kanaat istikametli bir kanaat ise nefsani bir telezzüzden çok uzak vicdani bir sürür orada hakimdir.
Allah bir düşünceden razı olduğunda onun insanın bütün letaifine hissettirir ve memnuniyetini feyz, hoşnutluk, mutluluk suretinde insana ihsas eder.
Yani insan kanaat ettiği bir fikrin neticesinde..alaycı,öfkeli,saldırgan,kibirli,telaş lı,tereddütlü,dayanaksız,küfürlü olarak kendini hissediyorsa o kanaat şeytanın ona hediye ettiği bir düşünce mahsuldür.
Kısaca insan Allah benden nasıl razı olur fikrini yitirmez ise, hatalarına karşı sorgulayıcı, doğru ve güzel şeyleri ise sürekli olarak alıcı kalır.
Kendi kusurlarıyla uğraşır..
Hikmet penceresi ona açılır..
Hatalarını görür..
Hilkatin maksadını yaradılışın muammasını anlar..
Kendini ilgilendirmeyen ve fayda vermeyen şeylerden uzaklaşır..
Nedenin anlamadığı şeyleri inkar etmez..
Kişiler hakkında hüsn-ü zannını kaybetmez..
Takdir edebilme,teşekkür edebilme istidadını yitirmez..
Nefsani hiçbir hazza,riyakarlığa düşmez..
Varlığını devam ettirmek için dalkavukluk yapmaz..
Dikkat çekmek,şöhret olmak için türlü türlü boyaya girmez..
Allahın yaratma imtihan etme maksadına karşı hizmet edenlere saygısını yitirmez..
Onların orta çıkardıkları ve sadece Allah rızasını gözeterek neşrettikleri eserlere karşı hürmetini kaybetmez.
Allah diyen,Rahman diyen onun yarattığı şeylerdeki incelik ve sanatı bir birinin gözüne gösteren insanlara karşı şefkatten uzaklaşmaz..
Sürekli bir cidal halinde olmaz..
Sükun ve süruru yapmacık olmaz..
Aynı Allaha inanmanın mutlak emniyetini hisseder..Cemiyete dahil olur,milleti islamiyeye katılır yalnız kalmaz.
Fikrinin ipini şeytanın eline vermez..neden ben hep haklıyım diye düşünerek onun telkinlerine karşı uyanık olur vs..
Evet, insan aldanır ..Yeter ki; İnsanın geri dönebilecek izler,özürleri olsun………

Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmalı.