“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
106 - *UMUM EHL-İ CENNET'İN REİSİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah’ın CC sonsuz nimetine mazhar
olmuş tüm cennetliklerin başında olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
"Allah Teâla Hazretleri ferman
etti ki: 'Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.'”
Hz.Muhammed A.S.M
"Rahmân, öyle bir âlemde, öyle
has ibâdına öyle ikramlar edecek; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i
beşere hutur etmiştir. Âmennâ!"…Sözler
…Lezzetin bekàsı, lezzetten daha
lezizdir. cennette devam, cennetin fevkindedir. Ve hâkeza... Binaenaleyh, Cenâb-ı
Hakkın hafîziyeti tazammun ettiği nimetler, bütün kâinatta mevcut, bütün
nimetlerden daha çok ve daha üstündedir. Bu itibarla dünya dolusu ile bir
“Elhamdü lillâh” ister………………………… Ve kezâ, bütün nimet hazinelerini açmak salâhiyetinde olan, nimet-i imana
vesile olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi öyle bir nimettir ki,
nev-i beşer ilelebed o zâtı (a.s.m.) medh ü senâ etmeye borçludur…. Yirmi Dokuzuncu Lem'a
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
….Şu kâinatın eczaları dakik, ulvî
bir nizamla birbirine bağlanmış; hafî, nazik, lâtif bir rabıta ile tutunmuş; ve
o derece bir intizam içindedir ki, eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir cirm, kün
emrine veya “Mihverinden çık” hitabına mazhar olunca, şu dünya sekerâta başlar.
Yıldızlar çarpışacak, ecramlar
dalgalanacak. Nihayetsiz feza-yı âlemde milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük
topların müthiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak,
kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek.
İşte, şu mevt ve sekeratla, Kadîr-i
Ezelî kâinatı çalkalar; kâinatı tasfiye edip, Cehennem ve Cehennemin maddeleri
bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münasebeleri başka tarafa çekilir;
âlem-i âhiret tezahür eder.
…. Ölecek âlemin dirilmesi mümkündür. Çünkü, İkinci Esasta ispat edildiği
gibi, kudrette noksan yoktur. Muktazi ise gayet kuvvetlidir. Mesele ise
mümkinattandır. Mümkün bir meselenin gayet kuvvetli bir muktazisi varsa, fâilin
kudretinde noksaniyet yoksa, ona mümkün değil, belki vaki suretiyle
bakılabilir.
Remizli bir nükte: Şu kâinata dikkat
edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış:
Hayır-şer, güzel-çirkin, nef’-zarar, kemâl-noksan, ziya-zulmet,
hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet gibi
âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür
ve tebeddülâta mazhar oluyor.
Başka bir âlemin mahsulâtının
destgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan
dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o
vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.
Madem âlem-i bekà, şu âlem-i fenâdan
yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekàya ve ebede gidecektir. Evet,
Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının
iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın
iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki
havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i
şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.
Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:
Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu
dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına âyine ve
kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış.
Ve tecrübe ve imtihan ise,
neşvünemâya sebeptir. O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O
inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise,
hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir.
Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise,
Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve
kâinatı mektubât-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir.
İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı
teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin
kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha
bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden,
şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti.
Tahavvül ve tagayyür için zıtları
birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlere
mezc ederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem
ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve
tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.
Vakta ki meclis-i imtihan kapandı.
Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını
tamamıyla yazdı. Kudret, nukuş-u san’atını tekmil etti. Mevcudat, vezâifini ifa
etti. Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi. Herşey mânâsını ifade etti. Dünya, âhiret
fidanlarını yetiştirdi.
Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün
mu’cizât-ı kudretini, umum havârık-ı san’atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i
fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i
Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi, o imtihan neticelerini,
o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini, o
kalem-i kader mektubatının hakaikini, o nümune-misal nukuş-u san’atının
asıllarını, o vezâif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemât-ı
mahlûkatın ücretlerini ve o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri
mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir
mahkeme-i kübrâ açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini
ve esbab-ı zâhiriyenin perdesini yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı
Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.
Ve o mezkûr hakikatleri iktiza
ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevâlden
kurtarmak ve ebedîleştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün
esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyameti
koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek.
İşte, şu tasfiyenin neticesinde
Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri “Sizler, ayrılın, ey
mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59. tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve
ashabı “Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz, ne mutlu size! Ebediyen
kalmak üzere girin Cennete.” Zümer Sûresi, 39:73. hitabına mazhar olacak……..Sözler
*Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz
ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki
bütün muazzam mesâilden daha büyüktür*…………..Bediüzzaman Said Nursî R.A
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Allahü Zülcelâl Hazretleri cümlemizi
muhafaza buyursun. Âmin. Dâreynde bâis-i necâtımız olan bu hizmeti bilkülliye
terk edecek olursak, o zaman helâkimiz muhakkaktır. Madem ki elimizde ma’fuv
olduğumuza dair senedimiz yok. Bâis-i feyzimiz Üstadımız Hazretlerinin bizlere
şefkatından dolayı, keramet-i gaybiyeden haber verdikleri müjdeler, yalnız
şevkimizi ve şükrümüzü arttırmaya vesile olmalı. İsimlerinin sarahaten
zikredildiğini bildirmekle beraber, gösterdikleri âli feragat, cümlemiz için
nazar-ı ibretle görülmeli ve cidden taklit olunmalıdır.
Yine emirlerindendir ki, bizler
hizmetle muvazzafız, mükellefiz. Neticeyle değil. Bu Nurlu hizmette bizleri
birleştiren Allahü Zülcelâlden niyazım, haşirde de livâ-yı Muhammedî (a.s.m.)
altında haşir ve cem olmaklığımızdır. “Dualarımızı kabul et, ey Rabbimiz. Herşeyi hakkıyla işiten de, herşeyi
hakkıyla bilen de ancak Sensin.” Bakara Sûresi…Barla Lahikası / Hulûsi R.H