“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
60 -*SULTAN-I ERVAH* *(A.S.M)*
Anlamı: Ruhların sultanı olan Hz.
Muhammed A.S.M
O zat (a.s.m.) öyle bir şeriat ve bir İslamiyet ve bir ubudiyet ve bir
dua ve bir davet ve bir İmân ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne
de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü, ümmi
bir Zatta (a.s.m.) zuhur eden o şeriat, on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu
adilane ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi
emsal kabul etmez.
Hem, ümmi bir Zatın (a.s.m.) ef’al ve akval ve ahvalinden çıkan
İslamiyet, her asırda üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii; ve akıllarının
muallimi ve mürşidi; ve kalblerinin münevviri ve musaffisi; ve nefislerinin
mürebbisi ve müzekkisi; ve ruhlarının medar-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı
olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış….Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
… Aziz kardeşim! Bu kaideleri birer birer sayıp kafana koyduktan sonra,
zamanın hayal ve hülyalarından, muhitin evham ve hurafelerinden tecerrüd et,
çıplak ol, bu asrın sahilinden dal, Ceziretü’l-Arab yarımadasına çık. O
yarımadanın mahsulâtından olan insanların kılık ve kıyafetlerine gir,
fikirlerini başına tak, pek geniş olan o sahrâya bak. Göreceksin ki:
Bir insan, tek başına, ne muîni var
ve ne yardım edeni; ne saltanatı var ve ne definesi... Meydana çıkmış, bütün
dünyaya karşı mübareze ediyor. Ve umum insanlara hücum etmeye hazırlanmıştır.
Ve omuzlarına küre-i arzdan daha büyük bir hakikat almıştır. Elinde de,
insanların saadetini temin eden bir şeriat tutmuştur ki, libasa benzemiyor;
cilt ve deri gibi yapışık olup, istidad-ı beşerin inkişafı nisbetinde tevessü ve
inkişaf etmekle saadet-i dareyni intaç ve nev-i beşerin ahvâlini tanzim eder.
“O şeriatın kanunları, kaideleri
nereden gelmiş ve nereye kadar devam eder gider?” diye sorulduğu zaman, yine o
şeriat, lisan-ı i’câzıyla cevaben diyecektir ki: Biz, Kelâm-ı Ezelîden
ayrıldık, nev-i beşerin fikriyle beraber ebede kadar devam edip gideceğiz.
Fakat nev-i beşer dünyadan kat-ı alâka ettikten sonra, biz de sureten, teklif
cihetiyle insanlardan ayrılacağız. Fakat maneviyatımız ve esrarımızla nev-i
beşerin arkadaşlığına devam edip, onların ruhlarını gıdalandırarak, onlara
delil olmaktan ayrılmayacağız…………………………………………………….Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı talim eden Cenâb-ı
Hakka kasem ederim ki, o Beşîr ve Nezîrin (a.s.m.) basar ve basîreti, hakikatı
hayalden tefrik edememekten münezzehtir, celildir, celîdir; veya insanları
kandırarak mağlâtalara düşürtmekten, meslek-i âlileri ganîdir, âlidir,
temizdir, tâhirdir………… İşaratü'l-İ'caz
………………… nev’-i benî Âdemin en büyük ve muhteşem ordusu olan
ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) mukaddes kumandanı olan Kur’ân, bilmüşahede
kuvvetli kanunlarıyla, esaslı düsturlarıyla, nâfiz emirleriyle, o pek büyük
orduyu iki cihanı fethedecek bir derecede bir intizam verdiği ve bir inzibat altına
aldığı ve maddî-mânevî teçhiz ettiği ve umum o efradın derecâtına göre
akıllarını talim ve kalblerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını
tathir, âzâ ve cevârihlerini istimal ve istihdam ettiği halde……………Mektubat
…Ümmîliğiyle beraber en ekmel bir
din ve İslâmiyet ve şeriatla ve en kavî bir iman ve itikad ve ibadetle ve en
yüksek bir dâvet ve münacat ve duâ ile ve en eamm bir tebliğ ve misli
görülmemiş harika ve müsmir, en etemm bir metanetle def’aten zuhurunun
şehadetiyle, Muhammed Allah’ın resulüdür ve Sâdıku’l-Va’di’l-Emîndir….
…Evet, okumak yazmak öğrenmediği ve
ümmî olduğu halde, on dört asrın ukalâsını, feylesoflarını hayrette bırakan ve
edyân-ı semâviyede birinciliği kazanan bir din ile birden, tecrübesiz, def’aten
meydana çıkması emsal kabul etmez bir hâlet olduğu gibi, sözlerinden,
fiillerinden, hallerinden çıkan İslâmiyet her zamanda üç yüz elli milyon
insanın ruhlarına, nefislerine, akıllarına terbiyekârâne ders vermesi ve mânevî
terakkiyata sevk etmesi, emsalsiz bir hâlettir….Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
……………Bir kurt, keçilerden birisini
tutmuş; çoban, kurdun elinden kurtarmış. Zi’b demiş: “Allah’tan korkmadın,
benim rızkımı elimden aldın.” Çoban demiş: “Acaip, zi’b konuşur mu?” Zi’b ona
demiş: “*Acip senin halindedir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki sizi
cennete davet ediyor, peygamberdir, onu tanımıyorsunuz.*”………..Mu’cizat-ı
Ahmediye A.S.M
…Bil ki, şu âlemin fenâsından sonra
sana refakat etmeyen ve dünyanın harabıyla senden mufarakat eden birşeye
kalbini bağlamak sana lâyık değildir. Hususan senin asrının inkırazıyla seni
terk edip arka çeviren ve bahusus berzah seferinde arkadaşlık etmeyen ve
hususan seni kabir kapısına kadar teşyî etmeyen,hususan bir iki sene zarfında
ebedî bir firakla senden ayrılıp günahını senin boynuna takan, hususan senin
rağmına olarak husulü ânında seni terk eden fâni şeylerle kalbini bağlamak
kâr-ı akıl değildir.
Eğer aklın varsa, uhrevî
inkılâbâtında, berzahî etvârında ve dünyevî inkılâbâtının müsâdemâtı altında
ezilen, bozulan ve ebedî seferde sana arkadaşlığa muktedir olmayan işleri
bırak, ehemmiyet verme, onların zevâlinden kederlenme.
Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin
lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve Ebedî Zattan başkasına
razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez.
Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin
duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîmin emrine mutî olan o
sultanına itaat et, kurtul…Lem’alar