“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
118 - *ŞEFKAT VE MUHABBETİNİN BİR
BELİĞ LİSANI* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah’ın CC, Acımak,
merhamet etmek ve sevmek sıfat ve tecellilerine ait mahiyetlerini en doğru, en açık,
en anlaşılır dille anlatan, yaşayan, gösteren Hz. Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm.
… Sâdık, masdûk, musaddak olan
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın ihbarıdır. Evet onun sözleriyle saadet-i
ebediyenin kapıları açılmış. Ve ona karşı kelâmları birer penceredir. Yirmi dokuzuncu Söz
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Ey birader-i pür-emel! Hayalini ele
al, benimle beraber gel. İşte bir zemindeyiz. Etrafına bakarız; kimse de görmez
bizi. Çadır direkleri hükmünde yüksek dağlar üstünde, karanlıklı bir bulut
tabakası atılmış. Hem o dahi kaplatmış zeminimizin yüzü, müncemid bir sakf
olmuş. Fakat altı, yüzü açıkmış; o yüz güneş görürmüş. İşte bulut altındayız;
sıkıyor zulmet bizi.
Sıkıntı da boğuyor; havasızlık
öldürür. Şimdi bize üç yol var, bir âlem-i ziyadar. Bir kere seyrettimdi bu
zemin-i mecâzî. Evet bir kere buraya da gelmişim, üçünde ayrı ayrı gitmişim.
Birinci yolu budur: Ekseri burdan gider. O da devr-i âlemdir, seyahate çeker
bizi. İşte biz de yoldayız, böyle yayan gideriz. Bak şu sahrânın kum
deryalarına, nasıl hiddet saçıyor, tehdit ediyor bizi.
Bak şu deryanın dağvâri emvâcına: O
da bize kızıyor. İşte elhamdü lillâh, öteki yüze çıktık. Görürüz güneş yüzü.
Fakat çektiğimiz zahmeti ancak da biz biliriz. Of, tekrar buraya döndük; şu
zemin-i vahşetzar, bulut damı zulmettar. Bize lâzım, revnaktar eder kalbdeki
gözü bir âlem-i ziyadar. Fevkalâde eğer bir cesaretin var; gireriz de beraber
bu yolu pür-hatarkâr.
İkinci yolumuzu, tabiat-ı arzı
deleriz, o tarafa geçeriz. Ya fıtrî bir tünelden titreyerek gideriz. Bir
vakitte bu yolda seyrettim de geçtim bî-naz ve pür-niyazı.
Fakat o zaman tabiatın zemini
eritecek, yırtacak bir madde var idi elimde. Üçüncü yolun o delil-i mu’cizi,
Kur’ân onu bana vermişti. Kardeşim, arkamı da bırakma, hiç de korkma. Bak, ha,
şurada tünelvâri mağaralar, tahtel’arz akıntılar beklerler ikimizi.
Bizi geçirecekler. *Tabiatta şu
müthiş cümudiyeleri de seni hiç korkutmasın. Zira bu abus çehresi altında
merhametli sahibinin tebessümlü yüzü*.
Radyumvâri o madde-i Kur’ân’ı ışıkla
sezmiştim. İşte, gözüne aydın! Ziyadar âleme çıktık. Bak şu zemin-i pür-nâzı.
Bu fezâ-yı lâtif, şirin. Yahu başını
kaldır. Bak, semâvâta ser çekmiş, bulutları da yırtmış, aşağıda bırakmış, davet
ediyor bizi şu şecere-i tûbâ. Meğer o Kur’ân imiş. Dalları her tarafa uzanmış.
Tedellî eden bu dala biz de asılmalıyız; oraya alsın bizi.
O şecere-i semâvî bir timsali
zeminde olmuş şer’-i enveri. Demek zahmet çekmeden o yol ile çıkardık bu âlem-i
ziyaya, sıkmadan zahmet bizi.
Madem yanlış etmişiz; eski yere
döneriz, doğru yolu buluruz. *Bak, üçüncü yolumuz, şu dağlar üstünde durmuş
olan şehbâzi, hem de bütün cihana okuyor bir ezanı. Bak müezzin-i âzama:
Muhammedü’l-Hâşimî (a.s.m.) davet eder insanı âlem-i nur-u envere. İlzam eder
niyaz ile namazı*.
Bulutları da yırtmış, bak bu hüdâ
dağlarına. Semâvâta ser çekmiş, bak şeriat cibâline. Nasıl müzeyyen etmiş
zeminimizin yüzü gözü.
İşte çıkmalıyız buradan himmet
tayyaresiyle. Ziya-yı nesim orada, nur-u cemâl orada. İşte buradadır Uhud-u
tevhid, o cebel-i azizi.
İşte şuradadır Cûdî-i İslâmiyet, o
cebel-i selâmet. İşte Cebelü’l-Kamer olan Kur’ân-ı ezher; zülâl-i Nil akıyor o
muhteşem menbadan. *İç o âb-ı lezizi*………….
“Yaratıcılık mertebelerinin en
güzelinde bulunan Allah’ın şanı ne yücedir!” Mü’minûn Sûresi, 23:14.
“Allahım! Bizi doğru yola
ilet-kendilerine in’amda bulunduğun kimselerin yoluna. Yoksa gazabına
uğrayanların yahut sapıtanların yoluna değil. Âmin.” … Lemât
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
“Ey ahali! Şu kasrın meliki olan
seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size
tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.
“Hem şu tezyinatla kendini size
sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san’atını takdir ve işlerini istihsan ile
kendinizi ona sevdiriniz.
“Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size
muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.
“Hem şu görünen in’âm ve ikramlarla
size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.
“Hem şu kemâlâtının âsârıyla mânevî
cemâlini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya
iştiyakınızı gösteriniz.
“Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve
müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklit edilmez
turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve
kendisi tek ve yektâ, istiklâl ve infirad sahibi olduğunu size göstermek
istiyor. Siz dahi onu tek ve yektâ ve misilsiz, nazirsiz, bîhemtâ tanıyınız ve
kabul ediniz.” Sözler