“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
49 -*RAHMET-İ BÎNİHAYENİN KÂŞİFİ VE
İLÂNCISI* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah’ın c.c sonsuz rahmetine mazhar..hadsiz rahmet tecellilerinin keşf edicisi ve o rahmet-i bînihayenin açıklayıcısı,ilân edicisi olan Hz. Muhammed A.S.M
… Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en
doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın
tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket
eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada
ve tevfike mazhar olan ve muhammed-i Kureyşî denilen bu zât (a.s.m.) olacak…Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…İşte bu tevhid-i hakikîyi bütün
meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti, elbette o tevhidin kat’iyeti derecesinde
sabit olmak lâzım gelir.
Çünkü, madem daire-i vücudun en
büyük hakikati olan tevhidi bütün hakaikiyle o zât ders veriyor; elbette
tevhidi ispat eden bütün burhanlar, dolayısıyla, onun risaletini ve vazifesinin
hakkaniyetini ve dâvâsının doğruluğunu dahi kat’î ispat eder denilebilir.
Evet, böyle binler hakaik-i âliyeyi
cem eden ferdiyet ve vahdâniyeti hakkıyla keşfedip ders veren bir risalet,
gayet kat’î bir surette o tevhid, o ferdiyetin muktezasıdır ve lâzımıdır.
Onlar, onu herhalde isterler.
İşte o vazifeyi tam tamına yerine
getiren zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın şahsiyet-i mâneviyesinin
derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu kâinatın bir güneşi olduğuna şehadet
eden pek çok delillerden, sebeplerden üç tanesini nümune olarak beyan ediyoruz.
BİRİNCİSİ: Umum ümmet, umum
asırlarda işledikleri umum hasenâtın bir misli, es-sebebü ke’l-fâil sırrınca,
zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın sahife-i hasenâtına geçtiği gibi; umum
ümmet, her günde ettikleri salâvat duasının kat’î makbuliyeti cihetiyle, o
hadsiz duaların iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düşünmekle, şahsiyet-i
mâneviye-i muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın bu kâinat içinde nasıl bir
güneş olduğu anlaşılır.
İKİNCİSİ: Âlem-i İslâmın şecere-i
kübrâsının menşei, çekirdeği, hayatı, medarı olan mahiyet-i Muhammediye
Aleyhissalâtü Vesselâmın, fevkalâde istidat ve cihazatıyla, âlem-i İslâmiyetin
mâneviyâtını teşkil eden kudsî kelimâtı, tesbihâtı, ibâdâtı, en evvel, bütün
mânâlarıyla hissedip yapmaktan gelen terakkiyât-ı ruhiyesini düşün, Habîbiyet
derecesine çıkan ubudiyet-i Muhammediyenin (a.s.m.) velâyeti sair velâyetlerden
ne kadar yüksek olduğunu anla.
Bir zaman, birtek tesbihin, birtek
namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay
kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek kıymetini
onunla anladım.
Demek, bidâyet-i İslâmiyede
kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği
haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet
perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir.
Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) ise,
onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde
istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zât, birtek tesbihten,
başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir.
İşte bu nokta-i nazardan, zât-ı
Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i
kemâlâtta ne derece terakki ettiğini kıyas et.
ÜÇÜNCÜSÜ: Bu kâinatın Hâlıkı, bu
kâinattaki bütün makasıdının en ehemmiyetli medarı nev-i insan olduğundan ve
bütün hitâbât-ı Sübhâniyenin en anlayışlı bir muhatabı nev-i beşer olduğundan;
o nev-i beşer içinde en meşhur, en namdar ve âsârıyla ve icraatıyla en
mükemmel, en muhteşem fert olan zât-ı Muhammediyeyi (a.s.m.) o nevi namına,
belki umum kâinat hesabına kendine muhatap ittihaz eden Zât-ı Ferd-i Zülcelâl,
elbette onu hadsiz kemâlâtta hadsiz feyzine mazhar etmiştir.
İşte, bu üç nokta gibi çok noktalar
var, kat’î bir surette ispat ederler ki, şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediye
(a.s.m.), kâinatın mânevî bir güneşi olduğu gibi; bu kâinat denilen Kur’ân-ı
kebîrin âyet-i kübrâsı ve o furkan-ı âzamın ism-i âzamı ve ism-i Ferdin cilve-i
âzamının bir âyinesidir.
Kâinatın umum zerrâtının, umum
zamanlarındaki umum dakikalarının bütün âşirelerine darb edilip, hâsıl-ı darb
adedince o zât-ı Ahmediyeye salât-ü selâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden
inmesini, Zât-ı Ferd-i Ehad-i Samedden niyaz ediyoruz.
…. Yine yukarıda geçenlerin hepsini şahit tutarak ve onların hepsiyle beraber
şehadet ederiz ki, Muhammed Senin kulun, peygamberin, âlemlerde seçkin kıldığın
kulun, dostun, mülkünün güzelliği, san’atının melîki, inayetinin pınarı,
hidayetinin güneşi, muhabbetinin lisanı, rahmetinin misali, mahlûkatının nuru,
mevcudatının şerefi, kâinatının tılsımının keşfedicisi, rububiyet
saltanatının dellâlı, isimlerinin hazinelerinin tarif edicisi, kullarına Senin
emirlerini talim edici, kâinat kitabının âyetlerinin tefsir edicisi, yarattığın
varlıklar üzerindeki tecellilerini görmek ve şuurlu kullarına göstermek için
medar yaptığın zat, kendi cemâline ve isimlerine olan muhabbetinin ve san’atına
ve san’at eserlerine ve mahlûkatının güzelliklerine olan muhabbetinin aynası;
âlemlere rahmet olarak ve bu âlem sarayının nakışlarındaki renk ve san’atların
hikmetleriyle rububiyet saltanatının mükemmel yapısındaki güzellikleri beyan
etmek ve kâinat kitabının kelimelerindeki, âyetlerindeki ve satırlarındaki
hikmetlerin işaretiyle Senin isimlerinin hazinelerini tarif etmek ve razı
olduğun şeyleri bildirmek üzere gönderdiğin sevgilin ve resulündür, ey Göklerin
ve Yerlerin Rabbi! Ona ve âline ve ashabına ve kardeşlerine, her anda ve her
zamanda milyonlar salât ve selâm olsun…. Yirmi Dokuzuncu Lem'a | Dördüncü Bab
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Bir zaman gençlik gecesinin
uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir
tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin
*Günde bir taşı bina-yı ömrümün
düştü yere*,
*Can yatar gafil, binası oldu viran
bîhaber*
dediği gibi, ruhumun hanesi olan
cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli
bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve
sevdiklerimden mufarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok
derin ve devâsız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî
gibi dedim ki:
*Dil bekàsı, Hak fenâsı istedi
mülk-ü tenim*,
*Bir devâsız derde düştüm, ah ki
Lokman bîhaber*. HAŞİYE
HAŞİYE : Yani, benim kalbim bütün
kuvvetiyle beka istediği halde, hikmet-i İlâhiye cesedimin harabiyetini iktiza
ediyor. Hekîm-i Lokman da çaresini bulamadığı, dermansız bir derde düştüm.
O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin
lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan
Aleyhissalâtü Vesselâmın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti,
o dermansız, hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu.
Karanlıklı ye’simi, nurlu bir ricaya çevirdi.
Evet, ey benim gibi ihtiyarlığını
hisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta faide yok.
Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var.
Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i
dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah
memleketi, ahbapların mecmaıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü
Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.
Evet, bin üç yüz elli senede, her
sene üç yüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbîsi ve
akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke’l-fâil
sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenâtın bir misli, sahife-i hasenâtına
ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlâhiyenin medarı ve mevcudatın
kıymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm,
dünyaya geldiği dakikada “Ümmetî, ümmetî” rivayet-i sahiha ile ve keşf-i
sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” dediği zaman, yine “Ümmetî,
ümmetî” diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlıkla, yine şefaatiyle
ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin
etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme
gidiyoruz.
İşte o zâtın şefaati altına girip ve
nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi,
sünnet-i seniyyeye ittibâdır.