“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
84 - *PEYGAMBER-İ ZÎŞAN* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah'tan C.C haber getiren.
Allah'ı, C.C âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan.Yüksek şan ve şeref
sahibi peygamber olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
…Bir zaman gençlik gecesinin
uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir
tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü
yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran
bîhaber
dediği gibi, ruhumun hanesi olan
cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli
bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve
sevdiklerimden mufarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok
derin ve devâsız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i
Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekàsı, Hak fenâsı istedi mülk-ü
tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah ki
Lokman bîhaber. HAŞİYE
O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin
lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü
Vesselâmın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız,
hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye’simi,
nurlu bir ricaya çevirdi.
HAŞİYE : Yani, benim kalbim bütün
kuvvetiyle beka istediği halde, hikmet-i İlâhiye cesedimin harabiyetini iktiza
ediyor. Hekîm-i Lokman da çaresini bulamadığı, dermansız bir derde düştüm………………Lem’alar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Gel, ey arkadaş! Şimdi sana, geçmiş
olan on burhan kuvvetinde kat’î bir burhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye
bineceğiz; (HAŞİYE-1) şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu
tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan
birşeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.
(HAŞİYE-1 : Gemi tarihe ve cezire
ise Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde mimsiz medeniyetin
giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine
binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Âlemi
(a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zat o kadar parlak bir
burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek
iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır.)
İşte, bak, gidiyoruz. Şimdi şu
cezireye çıktık. Bak, pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri
buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i
azîmenin bir reisi var. Gel, daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.
İşte, bak, ne kadar parlak ve binden
(HAŞİYE-2) ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir
sohbet ediyor! Şu on beş gün zarfında bunların dediklerini ben bir parça
öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zat, şu memleketin mu’ciznümâ sultanından
bahsediyor. “O sultan-ı zîşan beni sizlere gönderdiğini” söylüyor. Bak, öyle
hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zat o padişahın bir memur-u
mahsusudur.
(HAŞİYE-2 : Bin nişan ise, ehl-i
tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizât-ı Ahmediyedir Aleyhissalâtü Vesselâm )
Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği
sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki harikulâde
suretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes, buradaki
nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor; belki hayvanlar da,
hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden
kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su
çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı
hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlisinde mühim lâmba, (HAŞİYE-3) onun
işaretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek, bu memleket bütün mevcudatıyla onun
memuriyetini tanıyor. Onu “gaybî bir zât-ı mu’ciznümânın en has ve doğru bir
tercümanıdır,” bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşafı ve evâmirinin
tebliğine emin bir elçisi olduğunu biliyor gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.
(HAŞİYE-3 : Mühim lâmba, kamerdir
ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani, Mevlânâ Câmî‘nin dediği gibi, “Hiç
yazı yazmayan o ümmî zat, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış;
bir kırkı iki elli yapmış.” Yani, şaktan evvel, kırk olan mim’e benzer; şaktan
sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nun’a benzedi.)
İşte, bu zâtın her söylediği sözü,
etrafındaki bütün aklı başında olanlar, “Evet, evet, doğrudur” derler, tasdik
ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran
büyük nur lâmbası, (HAŞİYE-4) o zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle “Evet,
evet, her dediğin doğrudur” derler.
(HAŞİYE-4 : Büyük bir nur lâmbası,
güneştir ki, arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında
Peygamberin (a.s.m.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (r.a.) o
mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.)
İşte, ey sersem arkadaş! Şu
padişahın hazine-i hassasına mahsus bin nişan taşıyan şu nuranî ve muhteşem ve
pek ciddî zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı
tasdikinde bahsettiği bir zât-ı mu’ciznümâdan ve zikrettiği evsâfından ve
tebliğ ettiği evâmirinde hiçbir vech ile hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda
hilâf-ı hakikat kabilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati, hem vücutlarını,
hem hakikatlerini tekzip etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa, buna karşı
itiraz parmağını uzat, gör: Nasıl parmağın burhan kuvvetiyle kırılıp senin
gözüne sokulacak!...Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri
içinde yürürken, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba
vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer’î, zulmetli
dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o
sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse, şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve
korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiye olacaktır.
Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan
tedellî ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir,
saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare
ile semâya çıkmak hamakatinde bulunan Firavun gibi bir firavun olur….. Mesnevi-i Nuriye