“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
122 - *MÜRŞİD-İ İMÂNÎ* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah’ın C.C varlık ve birliğini,
emrettiği esasların hak ve hakikat oluşunu, kabul, tasdik ve iz’an..din-i Mübin-i
İslamiyet’te bildirdiği marziyatındaki muhteviyat kabul ve amel etmek ,uhdesine
aldığı vazifeyi yerine getirmek konularında insanları irşad ile doğru yola
gösteren Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
Nur-u nazarla ( hadiselere nurlu bir
bakışla) ilel-i müterettibe-i müteselsilenin ( zincirleme uzayıp giden
sebeplerin) meyanında olan terettübü ( sıralamayı) keşfederek umum kemâlât-ı
insaniyenin tohumu hükmünde olan mürekkebatı ( Bütünlüğü meydana getiren
parçaları), besaite tahlil ( basit ve katışıksız olan şeyleri ayrıştırma) ve
ircâ etmekle hâsıl olan kabiliyet-i ilim ve terkip dedikleri kavanîn i cariyeyi
( geçerli kanunları) istimal edip, san’atıyla tabiatı muhakât ( taklit eden)
olan kabiliyet-i san’attan nazarının
kusurunu ve evhamın müzahameti ( sıkışıp yoğunlaşması) ve sevk-i insaniyetin
adem-i kifayeti ( yetersiz gelmesi) cihetiyle bir Mürşid-i nebîye ihtiyaç
gösteriyor—tâ, âlemdeki nizam-ı ekmelin ( mükemmel nizamın) muvazenesi (
dengesi) muhafaza olunsun….
Muhâkemat
Muhâkemat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Arkadaş! Şu zât-ı nuranî (a.s.m.),
mürşid-i imânî, Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) bak, nasıl neşrettiği
hakikatin nuruyla, hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını
bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâp ile âlemin şeklini değiştirerek nuranî
bir şekle sokmuştur. Evet, o zâtın nuranî güzelliğiyle kâinata bakılmazsa,
kâinat bir mâtem-i umumî içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı
ecnebî ve düşman durumunda bulunacaktı. Cemâdat, birer cenaze suretini
gösterecekti. Hayvan ve insanlar, eytam gibi zeval ve firakın korkusundan
vâveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata, harekâtıyla, tenevvüüyle ve tagayyüratıyla,
nukuşuyla tesadüfe bağlı bir oyuncak nazarıyla bakılacaktı. Bilhassa insanlar,
hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı.
İşte, o zâtın telkin ettiği iman
nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir
şekilde görünecekti. Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle
bakılırsa, her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir
vaziyette arz-ı dîdâr edecektir.
Evet, kâinat iman nuruyla mâtem-i
umumî yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düşman
telâkki edilen mevcudat, birbirine ahbap ve kardeş olmuşlardır. Cenaze ve ölü
şeklini gösteren cemâdat, ünsiyetli birer hayattar ve lisan-ı haliyle Hâlıkının
âyâtını nâtık birer musahhar memuru şekline giriyorlar. Ağlayan, müteşekkî ve
eytam kıyafetinde görünen insan, ibadetinde zâkir, Halıkına şâkir sıfatını
takınıyor. Ve kâinatın harekât, tenevvüat, tagayyürat ve nukuşu abesiyetten
kurtuluyor. Rabbânî mektuplar, âyat-ı tekviniyeye sahifeler, esmâ-i İlâhiyeye
ayineler suretine inkılâp ederler.
Hülâsa: İman nuruyla âlem öyle
terakki eder ki, “Hikmet-i Samedâniye Kitabı” namını alıyor. Ve insan, zelil ve
fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; zaafının kuvvetiyle, aczinin
kudretiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şuaıyle, aklının haşmet-i
imaniyesiyle hilâfet ve hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir. Hattâ acz, fakr,
ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbab iken, suud ve yükselmesine sebep olurlar.
Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya
ve evliyanın ziyasıyla ziyadar ve nuranî görünmeye başlar. Karanlıklı gece
şeklinde olan istikbal, Kur’ân’ın ziyasıyla tenevvür eder, Cennetin bostanları
şekline girer. Buna binaen, o zât-ı nurânî olmasaydı, kâinat da, insan da,
herşey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.
Binaenaleyh, bu kadar garip, acip,
güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i harika lâzımdır.
“Eğer bu zât (a.s.m.) olmasaydı kâinat da olmazdı” meâlinde “levlake levlak lema halaktul eflak” olan hadis-i kudsî şu hakikatı tenvir ediyor… Reşhalar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…. çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u
imaniyedeki fetvâ ( Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki Kur’ana,şeriata dair
hükmü, kanunu, bilgiyi verme) vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz
içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde
birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.
Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları
Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir
vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.
Mektubat
*Birtek adam seninle hidâyete gelse,
sahrâ dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır*.Hz.Muhammed A.S.M