“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
125 - * SÂNİİN MUHATAB-I HÂSSI* *(A.S.M)*
Anlamı: Her şeyi sanatla yaratan Allah’ın C.C en özel muhatabı olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
Hikmet-i Mirac nedir?
Elcevap:
Miracın hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i beşer ulaşamıyor. O kadar
derindir ki, ona yetişemiyor. O kadar incedir ve lâtiftir ki, akıl kendi
başıyla göremiyor. Fakat bazı işaretlerle, hakikatleri bilinmezse de
vücutları bildirilebilir. Şöyle ki:
Şu
kâinatın Hâlıkı, şu kesret tabakatında nur-u vahdetini ve tecellî-i
ehadiyetini göstermek için, kesret tabakatının müntehâsından tâ mebde-i
vahdete bir hayt-ı ittisal suretinde bir Miracla, bir ferd-i mümtazı,
bütün mahlûkat hesabına kendine muhatap ittihaz ederek, bütün zîşuur
namına makàsıd-ı İlâhiyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun
nazarıyla âyine-i mahlûkatında cemâl-i san’atını, kemâl-i rububiyetini
müşahede etmek ve ettirmektir.
Hem
Sâni-i Âlemin, âsârın şehadetiyle, nihayetsiz cemâl ve kemâli vardır.
Cemâl, hem kemâl, ikisi de mahbub-u lizâtihîdirler. Yani bizzat
sevilirler. Öyle ise, o Cemâl ve Kemâl Sahibinin, cemâl ve kemâline
nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok
tarzlarda tezahür ediyor. Masnuatını sever; çünkü masnuatının içinde
cemâlini, kemâlini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âli,
zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âli, zîşuurdur. Ve zîşuurun
içinde, câmiiyet itibarıyla en sevimli, insanlar içinde bulunur.
İnsanlar içinde, istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta
münteşir ve mütecellî kemâlâtın nümunelerini gösteren fert, en
sevimlidir… Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
“[Ey sevgili Peygamberim] De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31
Madem
kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette,
risalet-i Ahmediye (a.s.m.), şuhud derecesinde bir kat’iyetle sübutu
lâzım gelir. Zira, şu güzel masnuattaki hüsn-ü san’at ve ziynet-i suret
gösteriyor ki, onların San’atkârında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve
kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır. Ve şu irade ve talep ise, o Sânide
ulvî bir muhabbet ve masnularında izhar ettiği kemâlât-ı san’atına karşı
kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Ve şu muhabbet ve rağbet ise,
masnuat içinde en münevver ve mükemmel fert olan insana daha ziyade
müteveccih olup temerküz etmek ister.
İnsan
ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir. Meyve ise, en cemiyetli ve en
uzak ve en ziyade nazarı âmm ve şuuru küllî bir cüz’îdir. Nazarı âmm ve
şuuru küllî zat ise, o San’atkâr-ı Zülcemâle muhatap olup görüşen ve
küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâniinin perestişliğine ve
san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarf eden en yüksek, en
parlak bir fert olabilir.
Şimdi iki levha, iki daire görünüyor:
Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i Rububiyet ve gayet musannâ, murassâ bir levha-i san’at.
Diğeri,
gayet münevver, müzehher bir daire-i ubûdiyet ve gayet vâsi, câmi’ bir
levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır ki, ikinci
daire, bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
İşte,
o Sâniin bütün makàsıd-ı san’atperverânesine hizmet eden o daire
reisinin ne derece o Sâni ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar
mahbup ve makbul olduğu bilbedâhe anlaşılır.
Acaba
hiç akıl kabul eder mi ki, şu güzel masnuâtın bu derece san’atperver,
hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’âmperver San’atkârı, Arş ve
ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, ber ve
bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbirle, perestişkârâne
Ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayt kalsın ve onunla
konuşmasın ve alâkadarâne onu resul yapıp güzel vaziyetinin başkalara da
sirayet etmesini istemesin?
Kellâ! Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil..
“Şüphesiz
ki, Allah katında makbul olan din, İslâm dinidir.” Âl-i İmrân Sûresi,
3:19. “Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar da,
kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler.”
Fetih Sûresi, 48:29.
Seherlerde eser bâd-ı tecellî
Uyan ey gözlerim vakt-i seherde.
İnâyethah zidergâh-ı İlâhi
Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı,
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde,
Bikün tevbe, bicu gufran, zidergâh-ı İlâhî.
Seher
bir haşirdir. Uyanık ve uyuyan herşey tesbihdedir. Ey sersem nefsim, ne
zaman uyanacaksın? Ömür bir asır da olsa her canlının kabre seferi
gerekiyor. Namaza kalk, ney avazı gibi niyaz eyle. Yâ Rab! pişmanım;
utanıyorum, sayısız günahımdan ar ediyorum. Zelîlim, istikrarsız
yaşamaktan göz yaşı döküyorum. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım,
güçsüzüm, sakatım, âcizim, hem ihtiyarım, hem irâdesizim. El-amân
diyorum, İlâhî dergâhından yardım istiyorum. Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Hem
meselâ, dalâletin gayet müthiş mânevî elemini hisseden bir adama iman
ile hidayet ihsan etmek, eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, o cüz’î
ve fâni ve âciz adam, bütün kâinatın Hâlıkı ve Sultanı olan Mâbudunun
muhatap bir abdi olmak ve o iman vasıtasıyla bir saadet-i ebediyeyi ve
şahane ve çok geniş ve şâşaalı bir mülk-ü bâki ve bâki bir dünyayı ihsan
etmek; ve onun gibi bütün mü’minleri dahi derecelerine göre o lûtfa
mazhar etmek olan bu ihsan-ı ekber yüzünde ve simasında bir Zât-ı Kerîm
ve Muhsinin öyle bir hüsn-ü ezelîsi ve öyle bir cemâl-i lâyezâlîsi
görünür ki, böyle bir lem’asıyla bütün ehl-i imanı kendine dost ve has
kısmını da âşık yapıyor… Şualar
…Hem
anlarsın ki, öyle bir Rahmân, öyle bir âlemde, öyle has ibâdına öyle
ikramlar edecek; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i beşere hutur
etmiştir. Âmennâ! Sözler