“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
92 - *MEVCUDATIN SÖZCE EN YÜKSEĞİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Tüm varlıkların terennüm
ettikleri kelamların keyfiyeten en üstün manasına hem hâkim hemde natıkı,
sözlerin en üstünün de mazharı, söyleyicisi, tarifçisi, mübelliği ve talimcisi olan
Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı,
elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek
tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen
hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir,
elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.
Madem zîfikirle konuşacak; elbette
zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan neviyle konuşacaktır.
Madem insan neviyle konuşacak;
elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.
Madem en mükemmel ve istidadı en
yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır.
Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve
nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına
girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve
beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i
biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve
yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır….Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
*Hem öyle yüksek, kuvvetli hitap
ediyor ki, bütün asırlar onu dinler. Evet, aks-i sadâsını herbir asır
işitiyor*….
…Hem bütün kuvvetiyle, öyle kuvvetli
davet edip çağırır ki, yarı yeri ve nev-i beşerin beşte birini, sesine karşı
"Lebbeyk" dedirtti, -İşittik ve itaat ettik- söylettirdi….Mektubat
…Bak, o zât, şu memleketin
mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. "O Sultan-ı Zîşan beni sizlere
gönderdiğini" söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor
ki, bu zât o padişahın bir memur-u mahsusudur..Sözler
…İşte bak: Ne kadar merakâver, ne
kadar câzibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakàikı gösterir ve mesâili
ispat eder. Bilirsin ki, en ziyâde insanı tahrik eden meraktır. Hattâ, eğer
sana denilse, "Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden
biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvâlini sana haber verecek.
Hem doğru olarak senin istikbâlini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber
verecek"; merakın varsa, vereceksin.
Halbuki, şu zât öyle bir Sultanın
ahbârını söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervâne etrafında
döner. O Arz olan o pervâne ise, bir lâmba etrafında pervâz eder; ve o güneş
olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhânesinde binler
misbahlar içinde bir lâmbasıdır.
Hem öyle acâib bir âlemden hakiki
olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâbdan haber veriyor ki, binler küre-i arz
bomba olsa, patlasalar, o kadar acîb olmaz. Bak, onun lisânında -Güneş dürülüp
toplandığında.(Tekvir suresi: 1) Gök yarıldığı zaman. (İnfitar suresi: 1)
Çarpacak olan felaket. (Karia suresi: 1)- gibi sûreleri işit.
Hem öyle bir istikbâlden doğru
olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbâl ona nispeten bir katre serap
hükmündedir. Hem, öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki, bütün
saadet-i dünyeviye, ona nispeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nispeti
gibidir.
… Böyle acîb ve muammââlûd şu
kâinatın perde-i zâhiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acâib bizi
bekliyor. Böyle acâibi haber verecek, böyle hârika ve fevkalâde mu’ciznümâ bir
zât lâzımdır.
Hem, bu zâtın gidişatından görünüyor
ki, o, görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor. Hem, "Bizi ni’metleriyle
perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı, bizden ne istiyor, marziyâtı
nedir?" pek sağlam olarak bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pekçok
merakâver, lüzumlu hakàikı ders veren bu zâta karşı her şeyi bırakıp ona
koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup
kör olmuşlar, belki divâne olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati
işitmiyorlar, anlamıyorlar?
…Sen dikkat et ki, bu zâtın
söylediği sözü, değil yalnız şu cezîredeki mahlûklar dinliyorlar; belki,
hârikulâde sûretinde, bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes
buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor, belki
hayvanlar da, hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki,
yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede
istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı Kevser memesi gibi yapar;
ondan âb-ı hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlîsinde mühim lâmba, …………..
onun işaretiyle, bir iken, ikileşiyor. Demek, bu memleket, bütün mevcudâtıyla,
onun memuriyetini tanıyor. Onu o gaybî zât-ı mu’ciznümânın has ve doğru bir
tercümânı, bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşâfı ve evâmirinin tebliğine
emîn bir elçisi olduğunu biliyorlar gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar………..Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…Onun san’atını en yüksek bir sadâ
ile bütün kâinatta neşreden ve semâvâtın kulağını çınlatan, ber ve bahri
cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbihle ilân eden Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâmı sever ve ona ittibâ edenleri de sever…Mektubat
…İşte, bu zâtın her söylediği sözü,
etrafındaki bütün aklı başında olanlar, "Evet, evet, doğrudur"
derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketi
ışıklandıran büyük nur lâmbası, …. onun işaret ve emirlerine baş eğmesiyle,
"Evet, evet, her dediğin doğrudur" derler.
…Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm, Cevşenü’l-Kebîr namındaki münâcât-ı âzamında, marifetullahta gayet
yüksek ve gayet câmi derece-i marifetini göstererek böyle demiştir; biz de
hayalen o zamana gidip, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dediğine âmin
diyerek, aynı münâcâtı kendimiz de söylüyor gibi, sadâ-yı Muhammedî
Aleyhissalâtü Vesselâm ile deriz:
Ey bütün dirilerden önce var olan
gerçek hayat sahibi, · Ey bütün dirilerden sonra baki kalacak gerçek hayat
sahibi,
Ey hiçbir şeyin Kendisine
benzemediği gerçek hayat sahibi, · Ey hiçbir dirinin misli gibi olmadığı gerçek
hayat sahibi,
Ey hiçbir diriye muhtaç olmayan
gerçek hayat sahibi, · Ey hiçbir dirinin Kendisine ortak olmadığı gerçek hayat
sahibi,
Ey bütün dirileri ölüme mazhar eden
gerçek hayat sahibi, · Ey bütün dirileri rızıklandıran gerçek hayat sahibi,
Ey ölüleri dirilten gerçek hayat
sahibi, · Ey hiç ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin, Senden başka ilåh yok ki bize imdat etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar. Amin…Cevşen’ül-Kebîr
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin, Senden başka ilåh yok ki bize imdat etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar. Amin…Cevşen’ül-Kebîr
Seni her türlü noksandan tenzih
ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.
Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi
hikmetle yaparsın. Bakara Sûresi: 32.