“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
114 - *MAHLÛKATIN EN MÜNTEHAB VE EN
MÜSTESNASI* *(A.S.M)*
Anlamı: Tüm yaratılmışların en
seçkini ve her şeyden başka, en özel olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
… Hem hiç bir cihet-i imkânı var mı
ve hiç akıl kabul eder mi ki, bütün masnuatıyla kendini tanıttırana ve
sevdirene ve teşekküratı fiilen ve halen isteyene mukàbil, kâinatı velveleye
veren hakikat-i Kur’âniye ile Zülcelâl o San’atkârı ekmel bir tarzda tanıyıp ve
tanıttırıp ve sevip ve sevdirip ve teşekkür edip ve ettirip ve Sübhânallah,
Elhamdü lillâh, Allahu ekber’lerle küre-i arzı semâvâta işittirecek derecede
konuşturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz
sene zarfında nev-i beşerin kemiyeten beşten birisini ve keyfiyeten ve
insaniyeten yarısını arkasına alıp o Hâlıkın bütün tezahürat-ı rububiyetine geniş
ve küllî bir ubudiyetle mukabele eden ve bütün makàsıd-ı İlâhiyesine karşı
Kur’ân’ın sûreleriyle kâinata ve asırlara bağıran, ders veren, dellâllık eden
ve nev-i insanın şerefini ve kıymetini ve vazifesini gösteren ve bin
mu’cizatıyla tasdik edilen Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehap mahlûku
ve en mükemmel elçisi ve en büyük resûlü olmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa
hâşâ! Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…Madem bütün kâinatın şehadetiyle
Mahbub-u Hakikî ve Cemîl-i Mutlak, bütün güzel Esmâ-i Hüsnâsıyla kendini insana
sevdiriyor ve insanların kendini sevmelerini istiyor; elbette ve herhalde,
kendisinin hem mahbubu, hem habibi olan insana fıtrî bir adâveti verip derinden
derine kendinden küstürmeyecek.
Ve fıtraten en ziyade sevimli ve
muhabbetli ve perestiş için yarattığı en müstesnâ mahlûku olan insanın
fıtratına bütün bütün zıt olarak bir gizli adâveti, insanın ruhuna vermeyecek.
Çünkü insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir cemâl-i mutlaktan ebedî
ayrılmaktan gelen derin yarasını, ancak ona adâvetle, ondan küsmekle ve onu
inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte, kâfirlerin Allah’ın düşmanı olması bu
noktadan ileri geliyor. Öyleyse, herhalde o cemâl-i ezelî, kendisinin âyine-i
müştâkı olan insan ile ebedü’l-âbâd yolunda seyahatinde beraber bulunmak için,
alâ külli hal, bir dâr-ı bekàda bir hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek.
Evet, madem insan fıtraten bir
cemâl-i bâkîye müştak ve muhib bir surette halk edilmiştir. Ve madem bâkî bir
cemal, zâil bir müştâka razı olamaz. Ve madem insan bilmediği veya yetişemediği
veya tutamadığı bir maksuddan gelen hüzün ve elemden teselli bulmak için, o
maksudun kusurunu bulmakla, belki gizli adâvet etmekle kendini teskin eder. Ve
madem bu kâinat insan için halk edilmiş ve insan ise marifet ve muhabbet-i
İlâhiye için yaratılmış. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, esmâsıyla sermedîdir. Ve
madem esmâlarının cilveleri daim ve bâkî ve ebedî olacaktır. Elbette ve
herhalde insan bir dâr-ı bekàya gidecek ve bir hayat-ı bâkiyeye mazhar
olacaktır. Ve insanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlâtını bildiren,
rehber-i âzam ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm,
insana dair beyan ettiğimiz bütün kemâlâtı ve vazifeleri en ekmel bir surette
kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nasıl kâinat insan için
yaratılmış ve kâinattan maksud ve müntehap insandır. Öyle de, insandan dahi en
büyük maksud ve en kıymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve Samed,
elbette Ahmed-i Muhammeddir.
Ümmetinin hasenatı adedince ona ve
âline salât ve selâm olsun. Ya Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ
Kayyûm, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddûs! Furkan-ı Hakîminin hakkı için ve Habib-i
Ekreminin hürmetine, Esmâ-i Hüsnânın hakkı için ve İsm-i Âzamın hürmetine
Senden niyaz edip istiyoruz: Bizi nefsin ve şeytanın ve cin ve insanın
şerrinden muhafaza buyur. Âmin. Lem’alar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Ey Rahmânü’r-Rahîm, ey
Sâdıku’l-Va’di’l-emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn,
Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmının tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:
Madem kâinatın en Müntehap neticesi
hayattır. Ve hayatın en Müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en Müntehap kısmı
zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata
musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar
için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım
ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlık'ını pek ciddî severler ve Hâlıkları
onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın
istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata
bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle bekà istiyor ve lisanı,
hadsiz dualarıyla bekà için Hâlık'ına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven
ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî
bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve
kàbil değildir.
Belki, başka bir ebedî âlemde
mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için
gönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattaki
cilveleriyle âlem-i bekàda onların âyinesi olan insanların, ebedî cilvelerine
mazhar olacaklarına işaret ederler.
Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî
olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir… Münâcât