“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
113 - *MADEN-İ ŞEFKAT* *(A.S.M)*
Anlamı: Başkasının kederiyle
alâkadar, acıyarak seven, yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak
merhamet ve sevgiyle yardıma koşan, safi, ivazsız sevgi beslemenin kaynağı olan
Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
...o, bütün ümmetinin saadetiyle
alâkadardır. Onun için hadsiz salâvat ve rahmet dualarını bütün ümmetten
istemesi ayn-ı hikmettir. Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
..“Eğer senden yüz çevirecek
olurlarsa de ki: Allah bana yeter.” den evvelki olan, “Size kendi
içinizden öyle bir peygamber geldi ki…” ilh. âyeti, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine karşı kemâl-i
şefkat ve nihayet re’fetini gösterdikten sonra, şu “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa.” âyetiyle der
ki:
“Ey insanlar, ey Müslümanlar! Böyle
hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini
sarf eden ve mânevî yaralarınız için, kemâl-i şefkatle, getirdiği ahkâm ve
Sünnet-i Seniyyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî
şefkatini inkâr etmek ve gözle görünen re’fetini ittiham etmek derecesinde onun
sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek ne kadar
vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz.
“Ve ey şefkatli Resul ve ey re’fetli
Nebî! Eğer senin bu azîm şefkatini ve büyük re’fetini tanımayıp
akılsızlıklarından sana arka verip dinlemeseler, merak etme. Semâvat ve arzın
cünudu taht-ı emrinde olan, Arş-ı
Azîm-i Muhitin tahtında saltanat-ı rububiyeti hükmeden Zât-ı Zülcelâl sana
kâfidir. Hakikî muti taifeleri senin etrafına toplattırır, seni onlara
dinlettirir, senin ahkâmını onlara kabul ettirir.”
Evet, Şeriat-ı Muhammediye ve
Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın.
Bu fakir, bütün kusur ve aczimle beraber bunu iddia ediyorum ve bu dâvânın
ispatına da hazırım. Hem şimdiye kadar yazılan yetmiş seksen Risale-i Nuriye,
Sünnet-i Ahmediyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) meseleleri ne kadar
hikmetli ve hakikatli olduğuna yetmiş seksen şahid-i sadık hükmüne geçmiştir.
Eğer bu mevzua dair iktidar olsa, yazılsa, yetmiş değil, belki yedi bin risale,
o hikmetleri bitiremeyecek… Lem’alar
…Ve bu kâinatın Sahibi (celle
celâluhu) o şahsiyet-i mâneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-ı
rububiyetine bir yüksek dellâl ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir
doğru keşşafı ve lütuf ve rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve
muhabbetinin bir beliğ lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i
ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir resul
eylemiş. Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen veya ehemmiyet
vermeyen, ne derece hasâret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiğini kıyas
edilsin! Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Bu küçücük zeylin büyük bir
ehemmiyeti var. Herkese menfaatlidir.
CENÂB-I HAKKA vâsıl olacak tarikler
pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin
bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O
tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim "acz ve fakr
ve şefkat ve tefekkür" tarikidir.
Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha
eslem bir tariktir ki, ubûdiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi
Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha
geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi,
belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal
eder.
Şu tarik, hafî tarikler misillü,
“letâif-i aşere“ ( on duygu) gibi on hatve (basamak,mertebe) değil; ve tarik-i
cehriye ( açık,yüksek sesle zikir eden tarikat) gibi “nüfus-u seb’a“ yedi
mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibarettir. Tarikatten
ziyade hakikattir, şeriattir.
Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve
kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka
göstermek demek değildir.
*Şu kısa tarikin evrâdı, ittibâ-ı
sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i
erkânla kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır*… Sözler
… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâma salâvat getirmek, tek başıyla bir tarik-i hakikattır. Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz
salâvata ihtiyaç göstermiştir. Çünkü, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardır. Nihayetsiz
istikbalde, ebedü’l-âbâdda, nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün
saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç
göstermiştir.
Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul
olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki:
Ubudiyet halktan Hakka gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu es-salât
ifade eder. Risalet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve
memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, selâm lâfzı
onu ifade ediyor. Hem biz seyyidinâ lâfzıyla tabir ettiğimizden, diyoruz ki: Ya
Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki,
bize sirayet etsin.
*Allah’ım, Senin kulun ve resulün
olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle*. Barla Lahikası