“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
100 - *KEMALÂT-I İNSANİYEYİ CÂMİ'* *(A.S.M)*
Anlamı: İnsan ve hakikati insaniyeye
ait tüm mükemmellikler kendi zatında toplanmış olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü
Vesselâm.
Hakikat-i Mirac nedir?
Elcevap: Zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.)
merâtib-i kemâlâtta seyr ü sülûkünden ibarettir. Yani, Cenâb-ı Hakkın tertib-i
mahlûkatta tecellî ettirdiği ayrı ayrı isim ve ünvanlarla ve saltanat-ı
rububiyetinde teşkil ettiği devâir-i tedbir ve icadda ve o dairelerde birer
arş-ı rububiyet ve birer merkez-i tasarrufa medar olan bir semâ tabakasında
gösterdiği âsâr-ı rububiyeti birer birer o abd-i mahsusa göstermekle, *o abdi,
hem bütün kemâlât-ı insaniyeyi câmi’, hem bütün tecelliyât-ı İlâhiyeye mazhar,
hem bütün tabakat-ı kâinata nazır ve saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve
marziyât-ı İlâhiyenin mübelliği ve tılsım-ı kâinatın keşşafı yapmak için*,
burâka bindirip, berk gibi semâvâtı seyrettirip, kat’-ı merâtip ettirerek,
kamervâri menzilden menzile, daireden daireye rububiyet-i İlâhiyeyi temâşâ
ettirip, o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyayı
birer birer göstererek, tâ Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile
kelâmına ve rüyetine mazhar kılmıştır….Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı öğretene
and olsun ki, beşîr ve nezîr olan zâtın nazarı ve herşeyi inceden inceye tetkik
eden basireti, hakikati hayale karıştırmak veya benzetmekten yüce, dakik ve
parlak; hak olan mesleği ise, insanları aldatmak veya yanıltmaktan müstağni,
münezzeh ve yücedir…………
Mu’cize-i Muhammedî, ayn-ı
Muhammeddir (a.s.m.). Zât-ı Zülcelâl (Celle Celâlühü) ona demiş : Hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin.”
Kalem Sûresi, 68:4.
Hazret-i Âişe (r.anha) her vakit
derdi; Onun (a.s.m.)
ahlâkı Kur’ân idi.
Demek Kur’ân’ın tazammun ettiği bütün
ahlâk-ı haseneye câmi’ idi. İşte o zât-ı kerîmde icmâ-ı ümmetle, tevâtür-ü
mânevî-i kat’îyle sâbittir ki:
İnsanların sîreten ve sûreten en
cemîli ve en halîmi ve en sâbiri ve en şâkiri ve en zâhidi ve en mütevâzıı ve
en afîfi ve en cevâdı ve en kerîmi ve en rahîmi ve en âdili; herkesten ziyade
mürüvvet, vakar, afv, sıhhat-ı fehim, şefkat gibi ne kadar secâyâ-yı âliye
varsa en mükemmel bir fîhriste-i nûranîsidir.
Bunların içindeki nokta-yı i’câz
şudur ki: Ahlâk-ı hasene çendan birbirine mübâyin değil, fakat derece-i kemâlde
birbirine müzahamet eder. Biri galebe çalsa öteki zaifleşir.
Meselâ, kemâl-i hilm ile kemâl-i
şecaat. Hem kemâl-i tevâzu ile kemâl-i şehâmet. Hem kemâl-i adalet ile kemâl-i
merhamet ve mürüvvet. Hem tam iktisat ve itidâl ile tamam-ı kerem ve sehâvet.
Hem gayet vakar ile nihayet hayâ. Hem gayet şefkat ile nihayet” Allah için buğz etmek.” Hem gayet afv ile nihayet izzet-i nefis, hem gayet tevekkül ile nihayet
içtihad gibi mecâmi-i ahlâk-ı mütezahime birden derece-i âliyede bir zâtta
içtimâı, müzayakasız inkişafları mu’cizelerin mu’cizesidir….
Nebiyy-i Hâşimînin sımâ-yı
mânevîsinin cemâl ve ulviyetine dair (Kemâl) hoş demiştir:
Sen ol mahbub-u âlemsin / Ki zülf ü
ebrûvanındır,
Nitâk-ı Ka’be-i Ulyâ / Revâk-ı
Mescidü’l-Aksâ.
Sen ol Nur-u Cemâlullahsın / Kim
hüsn-ü aşkındır,
Çerağ-ı Leyle-i İsrâ / Sirâc-ı
kurb-i ev ednâ.
Acep bir Ka’be-i İsmetsin / Ey ruh-u
behişti kim,
Olur hâk-i harîmin / Secdegâh-ı Âdem
ü Havva.
Acep bir Mushaf-ı hikmetsin / Ey
feyz-i İlâhî kim,
Eder her nakş-ı hüsnün / Şerh-i
râz-ı alleme’l-esmâ.
Kitâb-ı hüsnün her safhası / Bir
sûre-i i’câz,
Hatt-ı ruhsârının her noktası / Bir
âyet-i kübrâ.
• • •
Andelib-i aşk olan Câmî güzel
terennüm etmiştir:
Bütün nurların onun nurundan meydana
geldiği Peygambere salât olsun. Zemin onun hilmi ile sâkin, gökkubbe onun
aşkıyla coşkun. İki negiz gözlerin ki “Gözü şaşırıp kaymadı” âyetini okudu.
Anber kokulu zülüfleri ki “kararan geceye and olsun” âyetini okudu. Ey Câmi,
“biz senin göğsünü açmadık mı?” âyetinin okunması, onun göğsünün sırrına işaret
eder. “Sübhânellezî esrâ” âyeti ona işaret eder…Mevlana Cami
Molla Cezîrî-i Kürdî ne güzel
söylemiş: Ehadiyet güneşine ayna kıldı Muhammed adını, Acemde gösterdi Arap
diyarında parlayan nurun tecellîsini.
Şuâât/ Marifetü'n-Nebi/Bediüzzaman
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…meselâ şu insan, adeta kâinatın bir
misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği
gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. Güya o zîhayat, bütün
kâinattan gayet hassas mizanlarla süzülmüş bir katredir….Sözler
"Derdin sende, ama görmezlikten
geliyorsun,
Farkında değil gibisin, ama ilacın
da sende.
Küçük bir varlık sanıyorsun kendini,
Hâlbuki ‘en büyük âlem’ sende
dürülmüş." Hz. Ali (ra)
….İnsan, üstünde nakışları görünen
esmâ-i İlâhiyeye âyinedarlık eder. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başında
bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan
yetmişten ziyade esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini ve
hüsn-ü takviminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm,
Lâtif isimlerini, ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtıyla, cihazat ve cevarihiyle,
letâif ve mâneviyâtıyla, havas ve hissiyatıyla ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı
nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir İsm-i Âzam var; öyle de, o
esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır. Ey kendini insan
bilen insan! kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali
var….Sözler
*Evet hakiki terakki ise; insana
verilen kalb, sır, ruh, akıl hatta hayal ve saire kuvvelerin, hayat-ı ebediyeye
yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile
meşgul olmaktadır*.…Sözler