“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
95 - *İKİ CİHANIN EN PARLAK BİR
GÜNEŞİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Dünya ve ahiret âleminin en parıltılı,
en ışıldayan, en çok parıldayan Güneşi olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
…Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en
büyük makam vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâhe illâllah
rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullah risalet-i Muhammediye (a.s.m.)
kâinatın en büyük hakikati ve zat-ı Ahmediye (a.s.m.) bütün mahlûkatın en
eşrefi ve hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) tabir edilen küllî şahsiyet-i
mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu
hârika makama liyakatine dair pekçok hüccetleri ve emareleri, kat’î bir surette
Risale-i Nur’da ispat edilmiş…. Şualar
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
“Bütün dinlere üstün kılmak üzere
Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter.”
Fetih Sûresi, 48:28.
“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize,
göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın gönderdiği peygamberim. Ondan başka
ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Dirilten de Odur, öldüren de.” A’râf Sûresi,
7:158.
…*semâ-i risaletin güneşi, belki
güneşler güneşi olan Hazret-i muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm*....Sözler
…*zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü
Vesselâmın şahsiyet-i mâneviyesinin derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu
kâinatın bir güneşi olduğu*…Lem’alar
…Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü
rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubûdiyet
ve tanıttırmakla mukabele eden muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta
güneşin lüzumu gibi elzemdir…Şualar
…Madem bu san’atlı ve hikmetli
masnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve
bu süslü ve ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek;
ve bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd
ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile, hattâ ağızların
en ince zevklerini ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar
edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı minnettarâne
ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin tebdili ve
gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetli tasarrufat ve
icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi ulûhiyetini izhar
ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek; ve her
vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izale ve semâvî
tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve
adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var.
Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın
yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam
hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve
daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet
isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve muhammed-i Kureyşî
denilen bu zât (a.s.m.) olacak.
Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr
dokuz hakikatler bu zâtın sıdkına şehadet ederler. Elbette bu âdem, benî Âdemin
medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve
“Şeref-i Benî Âdem” denilmesi pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı
Rahmânî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın haşmet-i saltanat-ı mâneviyesinin
nısf-ı arzı istilâsı ve şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu
âlemde en mühim zât budur; Hâlıkımız hakkında en mühim söz onundur.
İşte gel, bak! Bu harika zâtın yüzer
zâhir ve bâhir kat’î mu’cizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler ali ve esaslı
hakikatlerine istinaden, bütün dâvâlarının esası ve bütün hayatının gayesi,
Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfâtına ve esmâsına delâlet ve
şehadet ve o Vâcibü’l-Vücudu ispat ve ilân ve i’lâm etmektir.
Demek bu kâinatın mânevî güneşi ve
Hâlıkımızın en parlak bir burhanı, bu Habibullah denilen zâttır …………..Şualar
… İşte, bu üç nokta gibi çok noktalar var, kat’î bir surette ispat ederler
ki, şahsiyet-i mâneviye-i muhammediye (a.s.m.), kâinatın mânevî bir güneşi olduğu
gibi; bu kâinat denilen Kur’ân-ı kebîrin âyet-i kübrâsı ve o furkan-ı âzamın
ism-i âzamı ve ism-i Ferdin cilve-i âzamının bir âyinesidir.
Kâinatın umum zerrâtının, umum
zamanlarındaki umum dakikalarının bütün âşirelerine darb edilip, hâsıl-ı darb
adedince o zât-ı Ahmediyeye salât-ü selâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden
inmesini, Zât-ı Ferd-i Ehad-i Samedden niyaz ediyoruz…Lem’alar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
İ’lem eyyühe’l-aziz! Tavus kuşu gibi
pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semâlarda tayarana başlar.
Âfak-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu
içerisinde o kuşun güzelliğini, kemâlâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen
adamın ahmak olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri
Peygamberimizin (a.s.m.) bidâyet-i hayatına maddî, sathî, surî bir nazarla
bakan bir adam, şahsiyet-i mâneviyesini idrak edemez. Ve derece-i kıymetine
vasıl olamaz. Ancak bidâyet-i hayatına ve levâzım-ı beşeriyetine ve ahvâl-i
zahiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır
içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûbâ gibi şecere-i muhammediye (a.s.m.)
çıkmıştır.
Ve feyz-i İlâhi ile sulanmış ve
fazl-ı Rabbâni ile tekâmül etmiştir. *Binaenaleyh, Nebiy-yi Zîşanın (a.s.m.)
mebde-i hayatına ait ahvâl-i suriyesinden zayıf birşey işitildiği zaman üstünde
durmamalı; derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme neşrettiği nurlara bakmalı*……………Mesnevi-i
Nuriye
…Yine insanın fıtratında acip bir
hal: İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma
mânen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık
vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ, balık ile kuş, kıymet-i
ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü, en büyüğü gibidir. Çünkü insanın
kuvve-i ruhiyesi tahdit edilmemiştir. Enaniyet ile o kadar aşağı düşerler ki,
zerreye müsavi olur. *Ubudiyet ile de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın
güneşi olur: Hazret-i muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi*…. Mesnevi-i Nuriye