“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
85 - *HABİB-İ A'ZAM* *(A.S.M)*
Anlamı: Allah'ın C.C en büyük, en
ulu, en azim sevgisine mazhar olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
Evet, âmm ve şumullü olan nazar ve
şuurunu Sâniin ibadetine ve muhabbetine sarf ve san'atını istihsan, takdir ve
teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir fert, verdiği
nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlûkatı ibadete, şükre davet eden
Sâniin has muhatap ve habibidir….Mesnevi-i Nuriye
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
…İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhet
derecesinde, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın risaletine delâlet ve
istilzam ediyor denilebilir.
Evet, madem gayet mânidar bir kitap,
onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemâl, kendini görecek
ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemâlde bir san'at, teşhirci bir
dellâl ister. Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu
kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i
ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî
hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek;
belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belki husulüne
vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını
irade ettiği kemâl-i san'atını, cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık
edecek. Ve o Hâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından
mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürât-ı
rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye
getirecek, semâvat ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdisle o
zîşuurların nazarını o san'atların Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve
talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur'ân-ı
Azîmüşşanla, o Sâni-i Hakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir
surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürât-ı cemâliye
ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, güneşin vücudu gibi
bu kâinata lâzımdır, zarurîdir.
Ve öyle eden ve en ekmel bir surette
o vazifeleri yapan, bilmüşahede, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdır.
Öyleyse, güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiği derecede, kâinattaki
hikmetler risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam eder.
Evet, nasıl ki ism-i Hakem ve
Hakîmin cilve-i âzamı ile, âzamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor;
öyle de, Esmâ-i Hüsnâdan Allah, Rahmân, Rahîm, Vedûd, Mün'im, Kerîm, Cemîl, Rab
gibi çok isimlerin herbiri, kâinatta görünen bir cilve-i âzamla, âzamî derecede
ve mertebe-i kat'iyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam ederler.
Meselâ, ism-i Rahmân'ın cilvesi olan
rahmet-i vâsia, o Rahmeten li'l-Âlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûdun
cilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, o Habib-i Rabbü'l-Âlemîn
ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün
cemâller, yani, cemâl-i Zât, cemâl-i esmâ, cemâl-i san'at, cemâl-i masnuat o
âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı
ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı
Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hâkezâ,
bu misaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.)
birer parlak burhandır.
Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve
inkâr edilmiyor. Elbette kâinatın renkleri, ziynetleri, ışıkları, ziyaları, san'atları, hayatları, rabıtaları hükmünde
olan hikmet, inâyet, rahmet, cemâl, nizam, mizan, ziynet gibi meşhud
hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı
mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o
ziyaların güneşi olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem,
Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz. Ve elbette o
sıfatların ve o fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemâlleri, belki
medar-ı tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve
tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed
aleyhissalâtü vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i
hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en
parlak bir ziyasıdır.
*Günlerin âşireleri ve mahlûkatın
zerreleri sayısınca ona ve âl ve ashabına salât ve selâm olsun*…Asâ-yı Mûsâ
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
*Gafil kafaya bir tokmak ve bir
ders-i ibrettir*.
*Bismillâhirrahmânirrahîm*
"Dünya hayatı, aldatıcı bir
menfaatten başka birşey değildir." Âl-i İmrân Sûresi, 3:185.
EY GAFLETE DALIP ve bu hayatı tatlı
görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye
benzersin? Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu
görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde
kapamış, görmez.
Ey nefis! Şu temsile bak, gör, nasıl
dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti elîm bir eleme kalb eder. Meselâ, şu
karyede, yani Barla'da, iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksan dokuz ahbabı
İstanbul'a gitmişler, güzelce yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış. O dahi
oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır. Orayı düşünür, ahbaba
kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse, "Oraya git"; sevinip gülerek
gider. İkinci adam ise, yüzde doksan dokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı
mahvolmuşlar. Bir kısmı ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan
olup gitmişler zanneder. Şu biçare adam ise, bütün onlara bedel, yalnız bir
misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak
ister.
Ey nefis! Başta Habibullah, bütün
ahbabın, kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir iki tane ise, onlar da
gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup başını çevirme. Merdâne kabre bak,
dinle, ne talep eder? Erkekçesine ölümün yüzüne gül, bak, ne ister. Sakın gafil
olup ikinci adama benzeme.
Ey nefsim! Deme, "Zaman
değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i
maişetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekàya kalb olup
başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer
yolculuğu kesilmiyor, sür'at peydâ ediyor.
Hem deme, "Ben de herkes
gibiyim." Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle
musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek
esassızdır.
Hem kendini başıboş zannetme. Zira
şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız,
gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? …………….Sözler
Feyâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Mâlikî!
Seni çağırmakta hüccetim, hâcetimdir. Sana yaptığım dualarda uddetim
fâkatimdir. Vesilem, fıkdan-ı hile ve fakrimdir. Hazinem aczimdir. Re'sülmâlim,
emellerimdir. Şefîim, Habîbin (aleyhissalâtü vesselâm) ve rahmetindir. Afv
eyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm! Âmin………….
Mesnevi-i Nuriye