“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
81 - *BÜTÜN ENBİYANIN VÂRİSİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Bütün Peygamberlerin dava
ettikleri hakikatin en son kendisinde toplandığı, tasarruf edicisi olan Hz.
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
*Madem Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir*….Mektubat
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
….Enbiyaların (aleyhimüsselam)
icmaı, nasıl ki vücud ve vahdaniyet-i İlahiyeye gayet kuvvetli bir delildir;
öyle de, bu Zatın (a.s.m.) doğruluğuna ve risaletine gayet sağlam bir
şehadettir. Çünkü, enbiya aleyhimüsselamın doğruluklarına ve peygamber
olmalarına medar olan ne kadar kudsi sıfatlar ve mucizeler ve vazifeler varsa,
o Zatta (a.s.m.) en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. Demek onlar, nasıl ki
lisan-ı kal ile Tevrat, İncil, Zebur ve suhuflarında bu Zatın (a.s.m.)
geleceğini haber verip insanlara beşaret vermişler ki, kütüb-ü mukaddesenin o
beşaretli işaratından yirmiden fazla ve pek zahir bir kısmı "On Dokuzuncu
Mektup"ta güzelce beyan ve ispat edilmiş. Öyle de, lisan-ı halleriyle yani
nübüvvetleriyle ve mucizeleriyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri
ve en mükemmel olan bu Zatı tasdik edip davasını imza ediyorlar. Ve lisan-ı kal
ve icma ile vahdaniyete delalet ettikleri gibi, lisan-ı hal ile ve ittifak ile
de bu Zatın sadıkıyetine şehadet ediyorlar diye anladı…..Şualar
…Nasıl ki nur-u Muhammedî ve
hakikat-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem
hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin
neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.)
cephe-i Âdem’den, tâ zât-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur
ederek, intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.
Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye,
Risale-i Miracta kat’i bir surette ispat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın
hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de,
hakikat-i Kur’âniye zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, hakikat-i Muhammediye
(a.s.m.) ile beraber, müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüplerinde nurlarını
neşrederek, gele gele tâ nüsha-i kübrâsı ve mazhar-ı etemmi olan Kur’ân-ı Azîmüşşan
suretinde cilveger olmuştur.
Bütün enbiyanın usul-ü dinleri ve
esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’ân’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve
ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen fetret i mutlakanın zamanı
ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhureyle zaman-ı Âdem’den tâ kıyâmete
kadar, eyyam-ı şer’iye ile tâbir edilen yedi bin seneden, fetret-i mutlakanın
zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı sene kadar, din-i
İslâmın sırrını neşreden hakikat-i Kur’âniye, küre-i arzda ayrı ayrı perdeler
altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor demektir….Bediüzzaman
Barla Lahikası
………..Bir abdini bir seyahatte
huzuruna davet edip bir vazife ile tavzif etmek için Mescid-i Haramdan mecma-ı
enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların
usul-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Kab-ı Kavseyne
kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi. İşte, çendan o zat bir abddir; bir mirac-ı
cüz’îde seyahat eder. Fakat bu abdde, bütün kâinata taalluk eden bir emanet
beraberdir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem
saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı
Hak kendi zâtını, “bütün eşyayı işitir ve görür” sıfatıyla tavsif eder tâ o
emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul hikmetlerini göstersin…..Sözler
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
“Bunu tanımazsak, lâkayt kalsak,
menfaati hiç yok. zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati
pek hafiftir; menfaati olursa pek azîmdir. Onun için, ona karşı lâkayt kalmak
hiç kâr-ı akıl değildir.”