“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
41 -*BÜRHAN-I BAHİR**(A.S.M)*
Anlamı: Her hali, her davası, her iddiası,
her daveti, her isbatı, her istinat ve istimdadı, gayesi, isteklerindeki vüsat
ve keyfiyeti, duasındaki, marifet ve külliyet, Allah’ın rızası ve ümmetine olan
şefkati ile sergilediği cehd ve gayreti, kemali iman ve samimiyeti, Ahlak-ı
aliyesi ile mümtaz şahsiyeti ile tüm mehasin, tüm esas ve asıllara olan hâkimiyet
ve vukufiyeti, tüm hikmete, sebep ve sonuçtaki işleyişin hakikatine çok açık
delil olan Hz. Muhammed A.S.M
"Sath-ı arz bir mescid, Mekke
bir mihrap, Medine bir minber; o burhan-ı bâhir olan Peygamberimiz
Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün
enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir
halka-i zikrin serzâkiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya
tarâvettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki, her bir dâvâsını,
mu’cizatlarına istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün
evliya tasdik edip imza ediyorlar." Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
“Evet, Nebiyy-i Zîşân'ın Makâm-ı
Mahmûd'u, İlahî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmündedir. Dağıtılan lütuflar,
feyizler, nimetler o sofradan akıyor.”(Mesnevî-i Nuriye, Hubab)
….Madem bu san’atlı ve hikmetli
masnuatıyla kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek; ve
bu süslü ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve
bu lezzetli ve kıymetli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd
ettirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe ile, hattâ
ağızların en ince zevklerini ve iştahların her nev’ini tatmin edecek bir
surette ihzar edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rubûbiyetine karşı
minnettarâne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek; ve mevsimlerin
tebdili ve gece-gündüzün tahvili ve ihtilâfı gibi azametli ve haşmetli
tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyetle kendi
ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkıyad ve
itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları
izale ve semâvî tokatlarla zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle,
hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette
ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun
mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını
hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat
eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan
ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zât (a.s.m.) olacak.
Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr
dokuz hakikatler bu zâtın sıdkına şehadet ederler. Elbette bu âdem, benî âdemin
medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona "Fahr-i âlem"
ve "Şeref-i Benî âdem" denilmesi pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan
ferman-ı Rahmân olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın haşmet-i saltanat-ı
mâneviyesinin nısf-ı arzı istilâsı ve şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri
gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zât budur; Hâlıkımız hakkında en mühim söz
onundur….Şualar
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN / SIFATTAN HİSSEMİZ;*
…Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç
kısım dahi üç kısımdır: ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.
Farz ve vâcip kısmında ittibâa
mecburiyet var; terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir.
Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî
ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde
ve ittibâında azîm sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve
büyük hatadır.
Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı
müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye
itibarıyla onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. Çünkü herbir
hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle, o
âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.
Evet, madem dost ve düşmanın
ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine
mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir
şahsiyettir.
Ve madem, binler mucizâtın
delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve
mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel
bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.
Ve madem semere-i ittibâıyla
milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl
olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel
nümunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz
edilecek en muhkem kanunlardır.
Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı
Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i
azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise
dalâlet-i azîmedir.
Allahım! “Şüphesiz sen pek büyük bir
ahlâk üzeresin” sırrına mazhar olarak en üstün meziyetleri kendisinde toplayan
ve “Ümmetimin fesadı zamanında benim sünnetime yapışana yüz şehid ecri vardır”
buyuran zâta salât et.