“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
48 -*BİR SAADET-İ EBEDİYENİN
MUHBİRİ, MÜJDECİSİ* *(A.S.M)*
Anlamı: Ehl-i İmanı bekleyen büyük
ve bir sonsuz mutluluğun haberini vericisi, müjdeleyicisi olan Hz.
Muhammed A.S.M
*Saâdet-i ebediye Nedir*?
Saâdet-i ebediye iki kısımdır. Birinci ve en birinci kısmı: *Allah'ın
rızasına, lütfuna, tecellisine, kurbiyetine mazhar olmaktır*.
İkinci kısmı ise; *saâdet-i cismaniyedir*. Bunun esasları; mesken, ekl,
nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre saâdet-i cismaniye
tebeddül eder. Ve bu kısım saâdeti ikmal ve itmam eden hulud ve devâmdır. Çünkü
saâdet devam etmezse, zıddına inkılab eder.
Cennet'te lezzetin devamı mes'elesi ise: Evet, lezzetin hakiki lezzet
olması zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu
gibi, lezzetin zevali de elemdir; hatta zevalinin tasavvuru bile elemdir.
Evet bütün mecazî âşıkların eninleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım
elemdendir. Ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar hep
mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş'et eden elemdendir.
Evet pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevâlleri daimi elemleri intac
ettiği gibi, çok elemlerin zevali de leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve
nimet ise, devam etmek şartiyle lezzet ve nimet sayılabilir. İşârât’ül-İ’caz
...Saâdet-i ebediyyeye muktazi vardır. Ve o saâdeti verecek Fâil-i
Zülcelâl de muktedirdir. Hem harab-ı âlem, mevt-i dünya mümkündür. Hem vâki'
olacaktır. Yeniden ihya-yı âlem ve haşir mümkündür hem vâki' olacaktır….Sözler
….Dikkat edilse şu kâinatın umumunda bir nizam-ı ekmel, bir intizam-ı
kasdî vardır. Her cihette reşahat-ı ihtiyar ve lemaat-ı kasd görünür. Hattâ her
şeyde bir nur-u kasd, her şe'nde bir ziya-yı irade, her harekette bir lem'a-yı
ihtiyar, her terkibde bir şule-i hikmet, semeratının şehadetiyle nazar-ı
dikkate çarpıyor.
İşte eğer saâdet-i ebediyye olmazsa, şu esaslı nizam, bir suret-i
zaife-i vâhiyeden ibaret kalır. Yalancı, esassız bir nizam olur. Nizam ve
intizamın ruhu olan mâneviyat ve revabıt ve niseb, heba olup gider. Demek nizamı
nizam eden, saâdet-i ebediyedir. Öyle ise, nizam-ı âlem saâdet-i ebediyeye
işaret ediyor... Sözler
*BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;*
Mi'rac da Peygamber Efendimiz (A.S.M)'a
verine üç şey :
*Beş vakit namaz*
*Bakara sûresinin son âyetleri* (
Amenerresulü)
*Ve şirk koşmamak şartı ile ''La
ilahe illallah" diyen her Müslümanın, imanla ölmesi durumunda cennete
girebileceği müjdesi*……………..
" *Saadet-i ebediyenin
definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve inse hediye etmiştir*."…Sözler
" *Bir adama, i'dam edileceği
anda, onun afvıyla kurb-u şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebebdir.
Bütün cin ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver*."…Sözler
……….Arkadaş! O zât-ı mürşid, nev-i
beşeri korkutmak için pek müthiş hakikatlerden bahsediyor. Ve insanları tebşir
için, kalbleri cezb ve akılları celb eden meselelerden haber veriyor.
Yahu! Hakaik ve garaibi keşif için
insanlarda öyle bir şevk, öyle bir merak vardır ki, garip bir hakikati keşif
yolunda canlarını, mallarını feda ediyorlar. Bu zâtın (a.s.m.) keşf ve ihbar
ettiği hakaike ne için ehemmiyet vermiyorlar? Halbuki, bütün enbiyâ ve evliyâ
ve sıddıkîn gibi ehl-i şuhud ve ashab-ı ihtisas, bilittifak o zâtı tasdik etmiş
ve ediyorlar. Bu zât (a.s.m.), öyle bir Sultanın şuûnundan bahsediyor ki, kamer
Onun mülkünde bir sinek gibidir. Acip harikalardan bahsettiği gibi, pek müthiş
infilâk ve inkılâplardan da haber veriyor.
Bakınız: O hutbe-i ezeliyede,
“Güneş dürülüp toplandığında.”
Tekvir Sûresi, 81:1...“Gök yarıldığı zaman.” İnfitar Sûresi, 82:1. …“Ne zaman
ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.. gibi tilâvet ettiği âyetlere dikkat ediniz. Ve beşer için öyle bir istikbalden haber veriyor ki,
dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre hükmündedir. Ve öyle bir saadetten
müjde veriyor ki, dünya saadetleri ona nazaran rüyalar gibi olur. Evet, bu
kâinatın perdesi altında çok acaip şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de
onları intizar ediyoruz. Binaenaleyh, o acaibi görüp bize keyfiyetlerini hikâye
etmek için hârikulâde bir insan lâzımdır ki, o harika garaibi görsün ve gördüğü
gibi bize de söylesin.
Ve keza, o zât, Hâlıkımızın bizden
talep ettiği şeylerden bahsediyor ve çok hakikatlerden, meselelerden haber
veriyor ki, onlardan kurtuluş yoktur. Feyâ acaba! Ekser-i nâs neden böyle hak
şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar?....Sözler
“ Hem madem bütün semâvî
fermanlarıyla saadet-i ebediyeyi vaad edip Cenneti müjde veriyor.
Hem madem bütün icraatı ve şuûnâtı
hak ve hakikattir ve sıdk ve ciddiyetledir.
Hem madem, âsârının şehadetiyle,
bütün kemâlât Onun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbir
cihette naks ve kusur Onda yoktur.
Hem madem hulfülvaad ve hilâf ve
kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur.
Elbette ve elbette, o Kadîr-i
Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemâl, o Rahîm-i Zülcemâl, vaadini yerine getirecek,
saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennete
sizleri, ey ehl-i iman, idhal edecektir.”… Mektubat
*SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN/SIFATTAN HİSSEMİZ;*
Denizli hapsinden tahliyemizden
sonra, meşhur Şehir Otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel
bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet lâtif,
tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları havanın
dokunmasıyla cezbedârâne ve câzibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin
müfarakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden
güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben o kemâl-i neş’e
ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim
yaşla doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve
ihsasiyle kâinat dolusu firakların, zevâllerin hüzünleri başıma toplandı.
Birden, hakikat-i Muhammediyenin
(a.s.m.) getirdiği nur imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara
çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon
feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve tesellîsi için, zât-ı
Muhammediyeye (a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. Şöyle ki:
Ol nazar-ı gaflet, o mübarek
nâzeninleri vazifesiz, neticesiz bir mevsimde görünüp, hareketleri neş’eden
değil, belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini
göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı bekà ve hubb-u mehâsin ve muhabbet-i
vücud ve şefkat-i cinsiye ve alaka-i hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece
dokundu ki, böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzip âletine
çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur
perdeyi kaldırdı; idam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak fanilik
yerinde, o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri ve mânâları ve,
Risale-in Nur’da ispat edildiği gibi, üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri
var diye gösterdi.
Birinci kısım: Sâni-i Zülcelâlin
esmâsına bakar. Meselâ, nasılki bir usta, harika bir makineyi yapsa, onu takdir
eden herkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öyle de, o makine
dahi, ondan maksut neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı hâliyle
ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir;
ustasını tebriklerle alkışlar.
İkinci kısım hikmetleri ise,
zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı
marifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerini kuvve-i
hafızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i
vücutta bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek,
surî bir vücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücutları kazanır.
Evet madem Allah var ve ilmi ihâta
eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv, fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın
dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle
doludur. İşte bu hakikati, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders
verip, der:
“Kimin için Allah var, ona herşey
var. Ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir.”
Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm
vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasını
dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan
küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle idam edip mânevî
cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir.
Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın! Gelsinler,
buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler, bu dehşetli hasârattan
kurtulsunlar.
“Seni her türlü noksandan tenzih
ederiz, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla
bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
Duanıza çok muhtaç ve size çok
müştak kardeşiniz
Said Nursî