“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
24 - MELEK, CİNN VE BEŞERİN SEYYİDİ
(A.S.M)
Anlamı: Melek, cin ve insanların
efendisi olan Hz. Muhammed A.S.M
………. acaba âlemde Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâmdan beyan olunan evsâf ve vezaife daha ehil ve daha cami’
kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha
evfak hiç zaman göstermiş midir?
Hayır, asla ve kat’a! Belki o, bütün
resullerin seyyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir,
bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkatın ekmelidir, bütün mürşidlerin
sultanıdır…Sözler
……..hâdise-i Muhammediye, bütün benî
Âdemin en büyük hadisesi ve kâinatın en azametli meselesi…Emirdağ L.
……..Muhammedun Resulullah ve
risalet-i Muhammediye kâinatın en büyük hakikati ve Zât-ı Ahmediye bütün
mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-i Muhammediye tabir edilen küllî şahsiyet-i
mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi…Emirdağ L.
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
….Evet, şakk-ı kamer nasıl ki bir
mucize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de, Mirac dahi bir
mucize-i ubûdiyetidir; habibiyetini ervah ve melâikeye gösterdi…
Allahım! Senin rahmetine ve onun
hürmetine nasıl yaraşırsa, ona ve âline öylece salât ve selâm olsun. Âmin….
On İkinci Söz
…Hem o Tercüman-ı Kelâm-ı Ezelî
ervahları görüyor, melaikelerle sohbet ediyor, cinn ü insi de irşad ediyor.
Değil ins ü cinn âlemi, belki âlem-i ervah ve âlem-i melaike fevkinde ders
alıyor. Ve mâverasında münasebeti var ve ıttılaı vardır. Sâbık mu’cizatı ve
tevatürle kat’î macera-yı hayatı şu hakikatı isbat etmiştir. Öyle ise kâhinler
ve sair gaibden haber verenler gibi, onun haberlerine değil cinn, değil ervah,
değil melaike, belki Cibril’den başka Melaike-i Mukarrebîn dahi karışamıyor.
Hattâ ekser evkatta onun arkadaşı olan Hazret-i Cebrail’i dahi bazı geri
bırakıyor.
…Hem o melek, cinn ve beşerin
seyyidi olan zât, şu kâinat ağacının en münevver ve mükemmel meyvesi ve
rahmet-i İlahiyenin timsali ve muhabbet-i Rabbaniyenin misali ve Hakk’ın en
münevver bürhanı ve hakikatın en parlak siracı ve tılsım-ı kâinatın miftahı ve
muamma-yı hilkatin keşşafı ve hikmet-i âlemin şârihi ve saltanat-ı İlahiyenin
dellâlı ve mehasin-i san’at-ı Rabbaniyenin vassafı ve câmiiyet-i istidad
cihetiyle o zât, mevcudattaki kemalâtın en mükemmel enmuzecidir. Öyle ise o
zâtın şu evsafı ve şahsiyet-i maneviyesi işaret eder, belki gösterir ki; o zât,
kâinatın illet-i gaiyesidir. Yani o zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı
halketmiştir. Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi denilebilir.
Evet cinn ü inse getirdiği hakaik-i Kur’aniye ve envâr-ı imaniye ve zâtında
görünen ahlâk-ı âliye ve kemalât-ı sâmiye, şu hakikata şahid-i katı’dır…Mektubat
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN HİSSEMİZ;
Cümle tahiyyat, ol Hâkim-i Ezel ve
Hakîm-i Ezelî ve Rahmân-ı Lemyezelîye elyaktır ki, bizi İslâmiyetle serfiraz ve
şeriat-ı garrâ ile sırat-ı müstakîme hidayet etmiştir.
Öyle bir şeriat ki, akıl ve nakil,
dest-be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik
etmişlerdir.
Öyle hakaik ki, kökleri hakikat
zemininde rüsuh ile beraber dal ve budakları kemâlâtın göklerine yükselip,
intişar edip, öyle füruat ki, meyveleri saâdet-i dâreyndir; ve bizi Kur’ân-ı
Mu’ciz ile irşad eylemiş...
Öyle kitap ki, kaideleriyle hilkat-i
âlemin kitabından dest-i kader ve kalem-i hikmetle mektûb ve cârî olan
kavanîn-i amîka-i dakika-i İlâhiyeyi izhar ettiğinden, ahkâm-ı âdilânesiyle
nev-i beşerin nizam ve muvazenet ve terakkisine kefil-i mutlak ve üstad-ı küll
olmuştur.
Salavat-ı bînihaye, ol Server-i
Kâinat ve Fahr-i Âleme hediye olsun ki, âlem, envâ ve ecnâsıyla onun risaletine
şehadet ve mu’cizelerine delâlet ve hazine-i gaybdan getirdiği metâ-ı âlîye
dellâllık ediyor.
Güya âleme teşrif ettiğinden, herbir
nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi, Sultan-ı Ezel, zemin ve
âsumanın evtârını intak edip herbir tel başka lisanla mu’cizatının nağamatını
inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minâda ilelebed tanîn-endaz etmiştir.
Güya âsuman, kendi mirac ve melek ve
kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik; ve zemin, kendi hacer ve
şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhân; ve cevv-i feza, kendi cin ve
bulutların işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân; ve zaman-ı mazi, enbiya
ve kütüp ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatin fecr-i sadıkını
göstererek müjdeci; ve zaman-ı hal, yani asr-ı saâdet, lisan-ı haliyle tabiat-ı
Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın def’aten
tevellüdünü şahit göstererek nübüvvetini ispat; ve zaman-ı müstakbel, kendi
vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve
lisan-ı hakîmâne ile irşadatına teşekkür; nev-i beşer kendi muhakkikleri ile,
bahusus hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine burhan olan Muhammed’in
(a.s.m.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân; ve Zât-ı Zülcelâl kendi
Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmînin ferman-ı risaletini
kıraat ediyorlar ve okuyorlar….
Cihanın bütün arslanlarının
bağlandıkları bir zinciri hileci bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?
Muhakemat