“ Bismillâhirrahmânirrahim..”
32 - HİKMET-İ ÂLEMİN ŞÂRİHİ (A.S.M)
Anlamı: Kâinattaki var olan
her şeyin yaradılıştaki İlâhî gayeyi şerheden, açıklayan manasını izhar eden Hz. Muhammed A.S.M
…….Resul-u Ekremin (a.s.m.) malûm
olan ümmiyetiyle beraber, güya gayr-ı mukayyed olan ruh-u cevvâle ile tayy-ı
zaman ederek, mâzinin a’mâk-ı hafâsına girerek hazır ve bizzat görmüş ve
görüyor gibi Enbiya-yı Sâlifenin ahvallerini ve esrarlarını teşrih etmesiyle;
bütün enzâr-ı âleme karşı öyle bir dâvâ-yı azîmede—ki bütün ezkiya-yı âlemin
nazarlarını dikkate celbeder—bilâperva ve nihayet vüsûk ile müddeasına
mukaddeme olarak o esrar ve ahvâlin ukad-i hayatiyeleri hükmünde olan
esaslarını zikretmek ile beraber, Kütüb-ü Sâlifenin ittifak noktalarında
musaddık ve ihtilâf noktalarında musahhih olarak, kasas ve ahvâl-i enbiyayı ve
ümemi bize hikâyet etmesi, sıdk ve nübüvvetini intaç eder.
Ona bu kıssaları hikâye ederek ruhunu mâzinin derinliklerinde ve geleceğin şahikalarında gezdiren ve olayların karanlık köşelerindeki esrar perdesini onun için kaldırana yemin olsun ki, onun keskin gözü kendisini şaşırtmayacak kadar dikkatlidir. Ve onun hak olan mesleği ise insanları aldatmaktan uzaktır.
Evet, onun nur-u nazarına hayâl
kendini hakikat gösteremez! Ve hak olan mesleği telebbüsden müstağnîdir…….Bediüzzaman
/Şuâât
BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;
………..Bu kâinat, nasıl ki kendini
icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi,
bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temâşâgâh gibi tasarruf eden Sâniine ve
Kâtibine ve Nakkâşına delâlet eder. Öyle de, kâinatın hilkatindeki makàsıd-ı
İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini talim
edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki
kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin
mânâlarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik
üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına
delâlet ettiği cihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zâtın
hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna
şehadet ettiğini bildi……………..
……....Elbette ve herhalde, o gaybî
Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına
tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden
ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet
isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî
denilen bu zât (a.s.m.) olacak.
Hem aklına dedi: Madem bu mezkûr
dokuz hakikatler bu zâtın sıdkına şehadet ederler. Elbette bu âdem, benî Âdemin
medar-ı şerefi ve bu âlemin medar-ı iftiharıdır. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve
“Şeref-i Benî Âdem” denilmesi pek lâyıktır. Ve onun elinde bulunan ferman-ı
Rahmânî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın haşmet-i saltanat-ı mâneviyesinin nısf-ı
arzı istilâsı ve şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu âlemde
en mühim zât budur; Hâlıkımız hakkında en mühim söz onundur….Şualar
……….Ey benimle bu hikâyeyi
dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki, o hâkim-i zîşan, bu kasrı şu mezkûr
maksatlar için bina etmiştir. Şu maksatların husulü ise iki şeye mütevakkıftır:
Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu
işittiğimiz üstadın vücududur. Çünkü, o bulunmazsa, bütün maksatlar beyhude
olur. Çünkü, anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibaret
kalır.
İkincisi: Ahali, o üstadın sözünü
kabul edip dinlemesidir.
Demek, vücud-u üstad, vücud-u kasrın
dâisidir. Ve ahalinin istimâı, kasrın bekàsına sebeptir. Öyle ise, denilebilir
ki, eğer şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan, şu kasrı bina etmezdi. Hem yine
denilebilir ki, o üstadın talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr
tebdil ve tahvil edilecek.
Ey arkadaş, hikâye burada bitti.
Eğer şu temsilin sırrını anladınsa, bak, hakikatin yüzünü de gör.
İşte o saray şu âlemdir ki, tavanı,
tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba
gûnâgûn çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür.
O melik ise, ezel-ebed sultanı olan
bir Zât-ı Mukaddestir ki, yedi kat semâvât ve arz ve içlerinde olan herşey,
kendilerine mahsus lisanlarla o Zâtı takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir
Melik-i Kadîr ki, semâvât ve arzı altı günde yaratarak, Arş-ı Rububiyetinde
durup, gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra
döndürüp kâinat sahifesinde âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar emrine
musahhar, zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.
O sarayın menzilleri ise, şu on
sekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarzla tezyin ve tanzim
edilmiştir. İşte, o sarayda gördüğün sanayi-i garibe ise, şu âlemde görünen
kudret-i İlâhiyenin mucizeleridir. Ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu
âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde rahmet-i İlâhiyenin
semerât-ı harikalarına işarettir. Ve oradaki ocak ve matbah ise, burada
kalbinde ateş olan arz ve sath-ı arzdır. Ve orada temsilde gördüğün gizli
definelerin cevherleri ise, şu hakikatte esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin
cilvelerine misaldir. Ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o nakışların remizleri
ise, şu âlemi süslendiren muntazam masnuat ve mevzun nukuş-u kalem-i kudrettir
ki, Kadîr-i Zülcelâlin esmâsına delâlet ederler. Ve o üstad ise, Seyyidimiz
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Avânesi ise, enbiya aleyhimüsselâmdır. Ve
şakirtleri ise evliya ve asfiyadır. O saraydaki hâkimin hizmetkârları ise, şu
âlemde melâike aleyhimüsselâma işarettir…..Sözler
SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU
İSİMDEN HİSSEMİZ;
……….Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş
ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl, ey Kàdir-i
Mutlak,
Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım: Nasıl ki gökler, yıldızlar
Senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler. Öyle de, cevv-i semâ,
bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin
vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler……
…………Yâ Rabbe’l-Âlemîn, yâ
İlâhe’l-Evvelîne ve’l-Âhirin, yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn, Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman
ettim ki:
Nasıl sema, feza, arz, berr ve bahr,
şecer, nebat, hayvan, efradıyla, eczasıyla, zerrâtıyla Seni biliyorlar,
tanıyorlar ve varlığına ve birliğine şehadet ve delâlet ve işaret ediyorlar…………….
………Ey Rabb-i Rahîmim!
Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve
Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ki: Başta Kur’ân ve Resûl-i Ekremin olarak,
bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler bu dünyada ve her tarafta nümuneleri
görülen celâllî ve cemâllî isimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette
ebedü’l-âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmâne cilveleri, nümuneleri
müşahede edilen ihsanatının daha şa’şaalı bir tarzda dar-ı saadette istimrarına
ve bekàsına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet
ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlerine ve beraber
bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delâlet ve işaret ederler…………
……..Ey dağları zemin sefinesine
hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelâl,
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler
acâipleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar. Öyle de, dağlar dahi, zelzele
tesiratından zeminin sükûnetine ve içindeki dahilî inkılâbat fırtınalarından
sükûtuna ve denizlerin istilâsından kurtulmasına ve havanın gazât-ı muzırradan
tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan
madenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hikmetleriyle Seni
tanıyorlar ve tanıttırıyorlar……
……..Ey Hâlık-ı Rahmân ve ey Rabb-i
Rahîm,
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın talimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım:
Nasıl ki semâ ve feza ve arz ve
deniz ve dağ, müştemilât ve mahlûklarıyla beraber Seni tanıyorlar ve
tanıttırıyorlar. Öyle de, zemindeki bütün ağaç ve nebatat, yaprakları ve
çiçekleri ve meyveleriyle Seni bedâhet derecesinde tanıttırıyorlar ve
tanıyorlar…..
…….Ey Rabbu’l-Berri ve’l-Bahr,
Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle anladım ki:
Nasıl gökler ve feza ve zemin, Senin
birliğine ve varlığına şehadet ederler. Öyle de, bahirler, nehirler ve çeşmeler
ve ırmaklar, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde şehadet
ederler…..
…….Ey Rahmânü’r-Rahîm, ey
Sâdıku’l-Va’di’l-emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn,
Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmının tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:
Madem kâinatın en müntehap neticesi
hayattır. Ve hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en müntehap kısmı
zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata
musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar
için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım
ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlık'ını pek ciddî severler ve Hâlıkları
onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın
istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata
bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle bekà istiyor ve lisanı,
hadsiz dualarıyla bekà için Hâlık'ına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok
seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle,
ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz
ve kàbil değildir.
Belki, başka bir ebedî âlemde
mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için
gönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattaki
cilveleriyle âlem-i bekàda onların âyinesi olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar
olacaklarına işaret ederler.
Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî
olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir……
Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-Semâvâti
ve’l-Aradîn, yâ Halıkî ve yâ Halık-ı Küll-i Şey,
Gökleri yıldızlarıyla, zemini
müştemilâtıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve
iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi
bana musahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana hizmet
için, insanların kalblerini Risale-i Nur’a musahhar yap. Ve bana ve ihvanıma
iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâma denizi ve
Hazret-i İbrahim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma dağı,
demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nur’a
kalbleri ve akılları musahhar kıl. Ve beni ve Risale-i Nur Talebelerini nefis
ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve Cehennem ateşinden muhafaza eyle ve
Cennetü’l-Firdevste mes’ut kıl. Âmin, âmin, âmin……………Münâcât’dan……………..