Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit
dahilinde duâ makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nispetinde makbuliyeti
ziyadeleşir.
Ezcümle, duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevî
temizlenmeli; sonra, makbul bir duâ olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi
zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duânın ortasında
bir duâ makbul olur.
• Hem bizahri’l-gayb, yani gıyaben ona duâ etmek,
• Hem hadiste ve Kur’ân’da gelen me’sur duâlarla duâ etmek;
meselâ,
“Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af
ve âfiyet istiyorum.” (en-Nevevî, el-Ezkâr, 74; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:517.)
“Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de
güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.” (Bakara Sûresi,
2:201.) gibi câmi duâlarla duâ etmek
• Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble duâ etmek,
• Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,
• Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,
• Hem Cumada, hususan saat-i icabede,
• Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,
• Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde duâ etmek, kabule
karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me’muldür.
O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ
olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı
maksat yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette
kabul edilmiş denilir.
Mektûbât,
***
Üçüncü Nükte
Duâ-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir: Ya
ayn-ı matlubu ile makbul olur; veyahut daha evlâsı verilir.
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak,
Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. “Duâsı kabul olunmadı” denilmez.
“Daha evlâ bir sûrette kabul edildi” denilir. Hem bazen kendi dünyasının
saadeti için duâ eder. Duası âhiret için kabul olunur. “Duâsı reddedildi”
denilmez. Belki, “Daha enfâ bir surette kabul edildi” denilir, ve hâkezâ...
Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan isteriz, O da bize
cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muâmele eder. Hasta, tabibin hikmetini
itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir.
“Tabip beni dinlemedi” denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da
verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.
Mektûbât