Ve yumît. Yani, mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden
terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder.
Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.
İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil,
inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil,
fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir
terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine
bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir
visal kapısıdır. ...............
(Dokuzuncu Kelime’den)
Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz vakit, “Eyvah,
malımız harap olup sa’yimiz hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir
toprağa girdik” demeyiniz, feryad edip meyus olmayınız. Çünkü sizin her şeyiniz
muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir.
Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek
bir Zât-ı Zülcelâlsizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna
aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz
bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz................
On Birinci Kelime
Ve ileyhi’l-masîr. Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim
vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini
yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları
gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine
kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya
müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık
perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde
perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve
Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.
İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder
ve der ki:
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk
olunuyorsun? Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene
mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o
Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir
Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ
ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı
dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir
nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün
iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti
olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna
gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse,
kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz. (....)
Yirminci Mektub