19.10.16

Kendi Gerçeğini Aramak

Bazı insanlar gördükleri bir olumsuzluk karşısında çok aşırı tepki verirler.Mesela bir yangın görse,yahut bir kazaya rastlasa,yada denize düşmüş bir havyan görse..vb..vd…Kollarını açarak,seslerini yükselterek o hadiseyi duyurmaya çalışırlar…

Veya herhangi bir tehlike gelişmesi durumun da, o tehlikeli duruma dikkat çekerek, kimse zarar görmesin diye ellerinden geleni yaparlar…

Bazı insanlar da var ki; bizzat, vukua gelmiş olayın tam ortasında bir şeylere çare olmak için özveri ile koşuşturlar…

Bir kısım insanlar da lazım olan kanı vermek için gayret gösterirler…

Kısaca herhangi sıra dışı bir durum geliştiğinde, alışkanlık ve tek düzelik bozulduğunda o konunun meydana getirdiği etkiyi hisseden insanlar, kendi eğilimlerine göre tepki verirler. Ortaya çıkan durumla ilgilenerek samimiyetle dağınıklığı toplamak için emek sarf ederler.

Bu insani hissedişin bir derinlik algısı olsa gerek. Hissetmek, kendini sorumlu görmek, elinden geleni esirgememek, yapabilecekleri noktasında cömert davranmak gibi…

Bu insanlar sevilir.Takdir edilir..parmakla gösterilir.Çünkü onlar,bir durum değişikliğinde,bir tehlike sezisinde,hayatın tehdit edildiği bir anda kendilerini öne çıkartırlar.Geride kalmaz ve seyirci gibi durmazlar.Bazen kendi yaşamlarını hiçe sayanlar olur.

Sadet noktasına gelirsek:

Mesela bir insanı bir şehir gibi kabul etsek, çocukluğunun sokaklığından, gençlik caddelerine çıktığında, yaşı kemal noktasını bulduğunda, kendinde ve çevresinde olan değişiklikler, yitikler, boşalan yerlere gelenler, içindeki değişim, kazalar, kederler, sevinçler, yani ömrünün başına gelenleri nasıl değerlendirmeli. Kendi için nasıl bir özveride bulunmalılar.

İnsanın ilgisini çeken hadiselerin harici dünya da gelişenleri insanları, alakadarlık bağlamında içine dahil etse de hakikat itibariyle genelde insan o durumda geçici bir rol üstlenir.

Olay bittiğinde ilginin de finali de gelir.Ve sahne anılara paylaşılacak bir iz bırakır.Kişi ilgisi nispetin de bir kazanım elde eder.Belki yaşanmışlığına nitelik kazandırır.Ve ne olursa olsun,istisnai bir durum gelişmediği müddetçe o olayın hakikati hadiseyi bizzat yaşayanlara aittir.

Duvara çarpan,vücudun da yanık oluşan,merdivenden düşen..yani acıyı çeken,müdahil olandan çok farklı bir boyutta olayı algılar ve yaşar.

Müdahil olanın ilgisi bu anlamda ikincil bir alaka niteliği taşır. Ambulans geldiğinde biter gibi… Erdem açısından harika bir netice alır ve kahraman yoluna devam eder. Onu bekleyen hayatı yaşamaya devam eder.

Oysa insanın kendi içinde ne büyük değişimler olmaktadır. Ancak genel itibariyle kendisi ile bu denli samimi ilgilenmiyor sanki. Geçiştirme, öteleme, muhtemel riskleri başkalarına verme, ömründe olan değişimleri görmeme, sıkıntılardan çabuk kaçma isteği, derinlemesine düşünmeme gibi anti reaksiyonlar içinde kalıyor. Her gün yıprandığını, ömründen bir gün daha kaybettiğini, geri gelmeyecek zamanlar yaşadığını düşünmek istemiyor. Aklı ve kalbinin içine doğru bir yolculuk yapmaktan ve bu gemi nereye gidiyor diye sormaktan hep uzak kalmayı tercih ediyor.

Kendisi ile ilgilenmesi fikri doğduğunda bu düşünceden ve arkasından getireceği sorgulamalardan derhal uzaklaşma gayretine giriyor.

Bazı insanlar her gün sarhoş olmak için özel bir gayret gösterirler.

Kimileri eğlence olarak gördükleri ve sürekli yaptıkları işleri her gün sürdürürler.
Kimisi kumar oynar. Kimileri uyuşturucu kullanır. Fakat neden bunları yapıyorum diye sormaktan çekinirler. 

Eğer sormaya kalksalar klişeler önlerini kesecek ve aynı hayatı yaşamak boyunduruğuna sokulacaklardır.

“Dünyaya bir defa geliyoruz”

“Yaşamaya bak”

“Fazla düşünme”Vs..vb…

Yani fikrinin üstünü ört. Arayışını kör et. Merakını sustur. Kendini arama… Sanki bir insan tüm yaşadığı ve yaptığı boş işleri terk etse, eğlence ve oyalamaca sektörü iflas edecek.

Barlar, meyhaneler iş yapamayacak,

Şans oyunları oynanmayacak,

Uyuşturucu kullanılmayacak,

Cinayetler azalacak, bataklıklar kuruyacak vb. Sanki birileri bunu istemiyor ve ellerinde olan her şeyle düşünce uyuşmasını temin etmek için her şeyleri ile çalışıyorlar. İnsanın fikrine arayışına nefes aldırmayacak kadar çok gündem oluşturuyorlar. Ve insan kendiyle konuştuğu dili unutuyor. Hakiki ihtiyaçlarının sesini ve feryadını duymuyor. 

Ta ki; sermayesi bittiğinde onu terk eden tüketicilerin vefasızlığını ve aldandığını anlayana kadar. Kimileri için ise artık çok geç olabiliyor. Kendine olduğu yabancılığı onu dünya ve içindekilere karşıda yabancı konumunda tutuyor.Yani ne kendinin ne hayatın içinde olanların dillerini anlamıyor.Ya tekrar geri dönmek için çabalıyor ya da yalnızlık ile sığıntı bir şekilde hayatını noktalıyor.

Oysa insan kendini hayvandan ayıran niteliklerini ve yaşam koşullarını kıyaslayarak düşünse, insani, yani aklın gereği bir hayatı tercih etmek için bir isteği içinde bulabilir.

Taş gibi cansız olmadığını, bu dünyada bir görevi olup olmadığını fehmetse, eko sistemde sürekli bir sinerji ile çalışan varlıkların bir amaca hizmet ettiklerini anlayıp, dillerini çözebilir.
Monoton yaşantısını ele alsa, her gün güya farklı bir şey yapıyor gibi dünü unutarak güncellediği yaşam tarzını sorgulasa o tek düze idamdan kurtulabilir.

Belki o zaman içindeki kargaşaya kollarını kaldırarak dur diyebilir. Ya da şehri boşalmış dünyasındaki boşluğa neredesiniz diye bağırarak yitiklerini arayıp bir araya getirebilir.

Neden anlamlı ve erdemli, saygın şeyleri ölgün, anlamsız şeyleri canlı göstermeye çalışıldığını fark edebilir. Neden insanların kendilerinin hevesleri için bir birini tüketmeye çalıştığı görebilir. İkiyüzlülüğün ve beğenilme isteğinin, kendini kabullendirme ödünlerinin ne kadar zararlı olduğu idrakini kazanabilir.

Belki kendi içine olan yolcuğun ve derin dalışın ve sorgulamanın gerçek hayat olduğunu hissedebilir…
Hepimize iyi yolculuklar ve kendimiz için gerçeğimizi yaşamayı diliyorum…