Hazırlanmış bir sofranın üzerinde, sözgelişi, 10 çatal, 10 kaşık, 10 tabak gördüğümüzde, bu sofraya 10 kişinin oturacağını yüzde yüze yakın, kesin bilgi ifade eden bir
tahmin yürütürüz. Çünkü kesin bilgi edinme yollarının başında gelen, vahiy
kaynağının dışında, gözle görülen husustur. Semavî kimliği belli olan Kur’an sofrasında serilen ve akla hitabeden tevafuklar, söz konusu misalden çok daha açıktır. Ve buraya davet edilen
hikmet misafirlerini, birer ilâhî işaret olarak kabul etmek gerekir.
Yine, bir ifadenin içerisinde yer alan kelimelerin diziliş
şekilleri ve harfleri, o ifadenin anlamına ne kadar yakınsa, münasebet
ipçikleriyle ne kadar bir örgü kurabiliyorsa, o ifadenin ulvileşmesine o
ölçüde katkı sağlar. Bu husus, Belağat ilminin önemli bir kaidesidir.
İşte, Kur’an’ın kelime ve harflerinde değişik şekilde görülen tevafuklar, doğru
olarak gösterilebildiği ölçüde, birer belağat ve birer edebî sanatı ifade
ettikleri gibi, aynı zamanda gaybî haberler veren birer işaret lambaları görevini
görürler.
Ebced hesabının menşei hakkında farklı rivâyetler vardır. İslâm
öncesinde 22 harften meydana gelen ve “Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen,
Sa’fez, Kareşet” kelimelerinin sayısı olan
altı rakamı gözönünde bulundurularak, Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı,
İlâhî isimlerin altı anahtarı, hafta günlerinin adı v.s. gibi kesin bilgiyi
ifade etmeyen değişik rivayetler sözkonusu edilmiştir.
Tâhirü’l-Mevlevî’ye göre, Arap ebcedinin İbranî ve Arâmî alfabesinden
alındığına şüphe yoktur. Nitekim Arap edebiyatının ünlü isimlerinden
Müberred ve Sîrâfî gibi âlimlere göre de Arap ebcedi, yabancı menşe’lidir.
Ebced düzenini, ‘Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı
sayı değerlerine dayanan hesap sistemi ‘ şeklinde tarif eden Türkiye
Diyanet Vakfı tarafından çıkarılan İslâm Ansiklopedisinin verdiği bilgiler
de, bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce’nin de etkisiyle Nabatîce’den
Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz.Peygamber devrinde de olduğu gibi kullanıldığı
şeklindedir.
Keşfu’z-Zünûn’da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan mânevî
ilimlerde derinleşen simalar için bir çok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu
ve Hz.Ali tarikiyle özellikle Ehl-i
Beyte tevârüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin
kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret eden Katip Çelebi,“Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz.Mehdî, hakkıyle vâkıf olur” diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer
vermiştir.
Bazı oryantalistler tarafından tertip edilen ve Mısır’da tercüme
edilerek neşredilen “Dairetü’l-Mearifi’l-İslâmiyye”de belirtildiğine göre,
harflerin, rakamlara delâlet etmek üzere kullanılma geleneği, İbrânî ve
Arâmîlerde de vardı. Hemze’den, kaf’a kadar olan harflerin, birden yüze, son
dokuz harf de 200’den 1000’e kadar rakamlara delalet ediyordu.
Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul eden Ebu’l-Aliye gibi alimlerin görüşlerine yer veren Kadı Beydâvî, onların dayandıkları Ebcedle ilgili meşhur hadisi kabul
etmiştir. Ancak Hz.Peygamber’in onlara karşı gösterdiği davranışın,
onların söylediklerini kabul ettiği anlamına gelmeyeceğini aksine onlara karşı
gösterdiği tebessümü, onların cehaletine karşı bir tepki olabileceğini
vurgulamıştır. Bununla beraber, Kur’an’da Ebced hesabının varlığını kabul
edenlerin, kabul gerekçelerini şöyle özetlemiştir: “Her ne kadar ebced hesabı, yabancı
kaynaklıdır, fakat, Araplar dahil insanlar arasında, o kadar meşhur bir yere
sahip olmuştur ki, âdetâ, yabancı kökenli olan mişkât, siccîl, kıstas
kelimeleri gibi artık Arapçalaşmıştır. Onun için onun göstereceği delâletler,
diğer Arapça ifadeler gibi makbuldur.”
İbn Aşûr gibi bazı âlimlerin bildirdiğine göre, ebced hesabı,
kadim zamandan beri kullanılagelen bir sistemdir. Hz.Davud’un kitabındaki bazı
neşideler bu hesabın simgelerini taşıyor. Yine Romalıların bu sistemle rakamlar kullandıkları
bilinmektedir. Bu sistemin Araplara, Romalılar veyahut Yahûdiler tarafından
geçtiği tahmin edilmektedir. İbn Aşûr, mukattaat harfleri ve ebcedle
ilgili rivâyet edilen hadîsi anlatırken “Hz.Peygamber’in onlara karşı diğer bazı
harfleri zikretmesi O’nun bu harfleri ümmetin ömrü için birer işaret kabul
ettiği anlamına gelmez.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Ancak kendisi,
hadîsin sıhhati konusunda bir şey söylemediği gibi, ebced hesabını inkâr
ettiğini gösteren bir ifadesi de sözkonusu değildir.
Hâkim‘in Müstedrek adlı hadis kitabının tahkikli neşrini gerçekleştiren Yusuf
Abdurrahman Maraşlı, söz konusu kitap için hazırladığı fihristin
mukaddemesinde “ebced” konusuna da değinmiştir.
O’na göre, İslâm öncesi dönemlerde Yahudî ve Hristiyanlar tarafından kullanılan
ebced sistemi, İslâm’ın zuhûrundan itibaren yaklaşık bir asır kadar eserlerin
tertibinde kullanılmış daha sonra terkedilmiştir. Fakat, “ebced hesabı”, bir matemetik sistem olarak, tarih boyunca kullanılmaya devam
etmiştir. Daha önce 22 harfden oluşmuş bu sisteme müslümanların işi ele
almaları ile, “peltek se, hı, zel, dad, zı, ğayın” harfleri ilave edilmiş ve sayı 28’e ulaştırılmıştır.
Muhammed Hamidullah’ın görüşü de şu merkezdedir: Ayın 28 menzili
gibi, Arap alfabesi de 28 tanedir. Bunların her biri 1’den 1000’e kadar
rakamları ifade eder. Sûre başlarında bulunan hece harfleri ise 14 tane olup
yüksek mânâlar ifade etmektedir.
Güzel bir tevafuktur ki, Ebced sisteminin asıl adı olan “Ebû câd”kelimesinin matematik değeri, 17’dir. İslamın ortaya çıktığı
sırada, Mekke’de yazı bilenlerin sayısı da 17’dir.
Annemarie Schimmel‘in bildirdiğine göre, müselles diye bilinen bütün yatay ve düşey
satırlarda olduğu gibi, çapraz hatlarda da rakamlarının toplamı 15‘i veren bir maharetli karenin İslâmî gelenekte çok yaygın bir yeri vardır. Bu karenin,
diğer adıyla Vefk‘in bu değeri, semâvî
kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu (sihirli/maharetli) karede yer alan harfler, “B-Tı-D-keskin Z-H-C-V-elif-noktasız Hı” harfleridir. Vefkte bazen
kendileri, bazen de ebced değerleri yazılan bu dokuz adet ebced harfinin, ilk
defa Adem’e vahiy olarak geldiğine dair yaygın bir kanaat vardır.
Karede yer aldıkları şekilde; sözkonusu dokuz harfin- yukarıdaki sıraya göre,
üçer üçer ebced değerleri şöyledir:
2+9+4=15
7+5+3=15
6+1+8=15
Söz konusu maharetli kare, İmam Gazalî tarafından da kabul
görmüş, “tesiri tecrübe ile sabit olduğu” ifade edilmiştir. Öyle
ki, zamanla,Gazalî’nin karesi (müsellesü’l-Gazalî) şeklinde ün yapmıştır. Aslında bu
etkin fonksiyona sahip karenin harfleri, Hz.Ali tarafından da, sırlı olarak kabul gördüğünü gösteren
ifadeler vardır. Esrarlı olduğu bilinenCelcelûtiye kasidesinde, Hz.Ali, “Bi sırrı buduhin echezatın /betadin zehecin bi
vahi’l-vehâ..” diyerek, bu sırlı
harfleri, diğer bir kaç harfle beraber, münacatta kullanmıştır.
Tevafuk ve Ebced hesabının ilmî
değeri
TEVAFUK
Tevafuk penceresinden gösterilen sayısal mucize tablolarına
geçmeden önce, sık sık başvuracağımız “Tevafuk” kavramı üzerinde, kısaca durmakta fayda vardır.
“Tevafuk” kelimesinin sözlük anlamı, iki veya daha çok şeyin birbirine
uygun ve muvafık olmasıdır. Bir rast gelme halidir.Tesadüf ile tevafuk arasında şöyle bir fark gözetilmektedir: Tesadüf,bilinçsiz bir rastlantı olmasına karşılık, tevafuk, bir kast ve
bir iradenin neticesi olarak, bilinçli bir rastlantıyı gösterir.
Kur’an’daki tevafuklar ise Allah’ın sonsuz ilmini gösteren bir
münasebet zinciri içerisindeki denk düşme, bilinçli bir rastlantı ve iradeye
bağlı olduğunu gösteren bir gerçekler silsilesidir.
Kur’an’daki tevafukların pek çok çeşitleri vardır. Bazı âlimler on
adetten fazla çeşidinin olduğunu söylemişlerdir. Genel olarak
tevafukları, lafzî ve manevî olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Kullanılan
kelimelerin, ayetin manasına uygun bir anlam ifade etmesi; harflerin, ayetin
maksadına uygun seçilmesi; ayet numaralarının, manasına uygun hakikatler ifade
etmesi; ayet, kelime ve harflerin tekrar sayıları ile, manaları arasında
bir münasebetin bulunması; aynı veya ayrı sahifelerin içerisinde yer alan “Allah” lafza-i celâli gibi, ilk göze çarpan önemli kelimelerin
birbirine bakması; ayet veya sure sayılarının belli bir olayın tarihine denk
gelmesi, yine bir ayet bir cümle veya bir kelimenin anlamı ile, ebced değerinin
birbirine uygunluk göstermesi gibi, tevafukun bir çok çeşidini saymak
mümkündür. Nitekim bu çalışmamızda değişik tevafuklarla ilgili örnekler
görülecektir.
Kur’an’daki tevafukların ilmî değeri
Tevafuklar, bir kast bir irade ve bir ilmi gösterdikleri ölçüde bir
değer ifade edecekleri açıktır. Kur’an’da, tesadüfün imkânsız olduğunu düşünenler için, ondaki
bütün tevafukların ilmî bir değer ifade etmesi tabiîdir. Mutezile, Batıniler,
Cehmiye vs. fırkaların dayanakları da, çoğu zaman Kur’an olduğuna göre, elbette
ölçüsüz bir şeyler aramak ve el yordamı ile hareket etmek yanlıştır. Ancak şunu
da unutmamak gerekir ki, bir hakikati yanlış değerlendirenlere küsüp de, gerçeği
inkâr etmek, akıl kârı değildir. Mesela; bir kimse, bir hadis-i şerife yanlış
bir mana verse, hadisi inkâr mı, yoksa hadisin asıl manasını göstererek onun
haysiyetini ve şerefini korumak mı gerekir? Elbette bu sorunun cevabı
müspettir. Aksi takdirde, hadislerde uyulması emredilen ümmetin büyük
ekseriyetini teşkil eden ve “Sevad-ı azam” denilen Ehl-i sünnetin, inzivaya
çekilip, meydanı ehl-i bid’ate bırakması lazım gelir. Bu ise hem dinî, hem
aklî, hem de insanî/vicdanî realitelere terstir.
Bazıları da hak bildikleri bir takım gerçekleri, ehliyetsiz
ve yanlış bir yolda gidenlerin elinde gördükleri için, onu inkâr etmekte bir
beis görmezler. Bu davranış, Hz.Ali’nin meşhur tavsiyeleri arasında
yer alan “Önce hakkı tanıyın, sonra insanları hak ölçüsüne göre tanımaya
çalışın” tavsiyesine aykırıdır. Daha çarpıcı bir ifadeyle, ateist bir adam kalkıp “Allah
birdir” dese, bizim onu bırakmamız mı lazım gelir? Doğrusu bazı düşünürlerin bu minval üzere olduğunu görmek,
ilim adına pek üzücüdür.
Âlimlerin bu konuda dedikleri şudur: Eğer bir tevafuk, değişik yönlerden
bir hadiseye baksa, ona uygun düşse, makam ve manaya münasip olsa, böyle bir
tevafuk işaret derecesine çıkar. Böyle durumlarda “Bu tevafukla şu ayet, şu hâdiseye işaretediyor.” denilebilir.
Örneğin: Hazırlanmış bir sofranın üzerinde, söz gelişi, 10 çatal, 10 kaşık, 10 tabak gördüğümüzde, bu sofraya 10 kişinin oturacağını yüzde yüze yakın, kesin bilgi ifade eden bir
tahmin yürütürüz. Çünkü kesin bilgi edinme yollarının başında gelen, vahiy
kaynağının dışında, gözle görülen husustur. Semavî kimliği belli olan Kur’an sofrasındaserilen ve akla hitabeden tevafuklar, söz konusu misalden çok daha
açıktır. Ve buraya davet edilen hikmet misafirlerini, birer ilâhî işaret olarak
kabul etmek gerekir.
Yine, bir ifadenin içerisinde yer alan kelimelerin diziliş
şekilleri ve harfleri, o ifadenin anlamına ne kadar yakınsa, münasebet
ipçikleriyle ne kadar bir örgü kurabiliyorsa, o ifadenin ulvileşmesine o
ölçüde katkı sağlar. Bu husus, Belağat ilminin önemli bir kaidesidir.
İşte, Kur’an’ın kelime ve harflerinde değişik şekilde görülen tevafuklar, doğru
olarak gösterilebildiği ölçüde, birer belağat ve birer edebî sanatı ifade
ettikleri gibi, aynı zamanda gaybî haberler veren birer işaret lambaları
görevini görürler.
Şu var ki dikkatsiz olanlar, bu manevî trafik lambalarını görmeden
geçe bilecekleri için, manevî kazalara sebebiyet verebilirler. Allah’tan
dileğimiz, bu tür manevî ifrat ve tefrit kazalarından bizleri korumasıdır.
Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in pek çok
açıdan mucizevî yönleri olduğu gibi, kelimelerinde, cümlelerinde venazmında da birçok harikalar
vardır. Madem ki Kur’an’ın ayet ve kelimelerinin gösterdiği hakikatlerde mucize
izleri vardır, elbette o ayet ve kelimeleri teşkil eden harflerinde de onun
mucizevî işaretleri olacaktır.
Kudret sıfatının kelimeleri olan moleküller ve harfleri olan
atomlar, Allah’ın birliğini ve sonsuz kudretinin mucizelerini gösterdiği gibi,
elbette Kelâm sıfatından gelen
Kur’an’ın moleküller hükmünde olan kelimeleri ve atomlar hükmünde olan harfleri
de çok mânidar icaz işaretlerini göstereceklerdir. Çünkü Kur’an,
her şeyi kuşatan bir ilimden geldiği için, ifadesinden anlaşılabilen bütün
manalar, kastedilmiş olabilir. İnsanların cüz’î ve dar havsalasından çıkan
ifadelerle kıyaslanamaz. Müfessirlerin binler hakikatleri ifade eden
tefsirleri, bunun açık delilidir. Bununla beraber, onların açıklayamadıkları,
Kur’an’ın daha pek çok hakikatleri; sarih manasından başka, harflerinde ve
işarî manasında pek çok mühim ilimler vardır.
Tevafuklar, kâinat çapında güzelliği görülen düzenin temel
unsularından biridir. Ekolojik dengeler, değişik varlıkların sayısal anlamda,
belli bir ölçü içerisinde varlıklarını sürdürmelerine imkân sağlayan bir tevafuklar panoramasından, bir
uyum ve dayanışma tablosundan ibarettir.
Kudret sıfatından gelen kâinat, Allah’ın isim ve
sıfatlarının bir yansıması olduğu gibi, Kelam sıfatından gelen Kur’an’da da
Allah’ın isim ve sıfatlarının yansıması söz konusudur.
Varlıkların güzelliklerini, uygunluklarını, güzel bir düzen
içinde, bir ahenk içerisinde olmalarını isteyen Allah’ın hangi isim ve
sıfatları ise Kur’an’ın da her yönüyle, mükemmel, güzel, ahenkli olmasını
isteyen de, aynı isim ve sıfatlardır. Meselâ: biyolojik ihtiyaçları gidermek
için, tek ambalajda, gereken gıdaları koymak, tek tip bir gıda ve meyve
kutusunu oluşturmak, daha az masraflı olmasına rağmen, bin bir çeşit gıda ve
meyvelerin var edilmesi, ancak, onların, damak ve dimağa hitap eden estetik
yönlerinin de, müşteriler tarafından görülmesini arzu eden bir irade ile izah
edilebilir. Demek rızkın/gıdaların varlığı, yalnız Rezzak isminin bir yansıması
değil, aynı zamanda, mükemmelliği ve güzelliği isteyen bütün celal ve cemal sıfatlarının
da birer yansımasıdır.
Kâinat kitabının ezelî bir tercümesi
olan Kur’an’da da, Allah’ın celalli ve
cemalli, bin bir isim ve sıfatlarının yansımaları vardır.
“Şüphesiz o (Kur’an), âlemlerin Rabbinin indirdiği (bir
kitap)tır.” [Şuara/192]
“Kur’an, Azîz ve Rahîm olan Allah’ın indirmesidir” [Yasin/5]
“Kur’an, Aziz ve Hakîm olan Allah’ın indirdiği bir kitaptır”
[Ahkaf/2] gibi ayetler, bu farklı yansımaların birer belgesidir. Demek,
Allah’ın sonsuz ilmi; Kur’an’ın yanılmaz bir ilim hazinesi olmasını gerektirdiği
gibi, O’nun Mütekellim ismi, Kur’an’ın bütün insan ve cinleri aciz bırakacak derecede,
üstün bir beyana sahip olmasını gerektirir. Aynı şekilde, O’nun Bedi’ ismi de Kur’an’ın her türlü belağat ve bedi ilimlerinin
inceliklerini ihtiva eden mucizevî bir kitap olmasını gerektirir. İşte,
Kur’an’da istiare, teşbih, kinaye, mecaz gibi işarî yollu ifadelereçokça yer verilmesinin hikmeti budur. Zaten, her zaman, her
kesime, her bölgeye hitap eden, zaman ve mekân üstü, evrensel bir kitaptan da
ancak bu beklenir.
O bütün gizlilikleri bilendir.
Gaybına/sırlarına kimseyi muttali kılmaz.
Ancak, dilediği/razı olduğu herhangi bir elçi bunun dışındadır.
Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar. Ta ki, onların
(elçilerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin.
(uygulamalarında görsün)
Allah onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış
Ve her şeyi bir bir saymıştır.
[Cin/26-28]
gibi ayetler, Allah’ın, gerek kâinatta olan bütün element, atom ve
molekülleri, gerekse Kur’an’da yer alan bütün cümle, kelime ve harfleri bir bir
saydığını göstermektedir. Zemahşerî’nin ifade ettiği gibi, kum taneciklerini, yağmur damlalarını,
ağaçların yapraklarını bilen ve tek, tek sayan Allah’ın, kendi vahyinin
ifadelerini, kendi sözlerini bilmemesi, onları bir, bir saymaması mümkün müdür?
İbn Atiyye’nin, konumuzla ilgili şu sözleri oldukça
anlamlıdır: Kur’an’ıntehaddîsi (meydan okuması), onun nazmına/harika düzen ve dizaynına, manalarının sağlamlığına,
lafızlarının fesahatinedayanır. Mucizevî yönü ise
Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz ilminin varlığıdır. Yani kelamın bütün
inceliklerine vakıf olan, baştan sona kadar hangi sözcüğün hangi yere daha
uygun olduğunu bilen, insanda bulunan gaflet, unutkanlık, yanlış yapmak gibi
noksanlıklardan uzak, sonsuz ve sınırsız bir ilmin varlığıdır.
Kâinatta hiçbir nesne ve insanda hiçbir nokta hikmetsiz, gayesiz
ve maslahatsız olarak takdir ve tensip edilmemiştir. Kâinatın ezelî bir
tercümanı olan Allah’ın kelamı da bu açıdan değerlendirilebilir. Zira Kur’an-ı
Kerim’deki cümleler, kelimeler, harfler siyak ve sibak açısından nazara
alındığında, mücessem Kur’an olan âlemdeki mezkûr hikmet ve faydalar, Kur’anda
daha mühim bir esas olarak nazara arz edecektir. Çünkü kainat mahluktur, Kur’an
ise ilm-i ilahiden tereşşuh etmiş kelam-ı ezelîdir.
Kur’an-ı Kerim’in 40 vech-i icazından birisi
de gözle görülen ve müşahede edilebilen i’caz nakşıdır. Matematiksel olarak izah ve tespiti mümkün olan i’caz boyutu da
bu 40 vech-i icazdan biri olarak düşünülebilir.
Keza bir lider, bir şair, bir edip veya ihtisas sahibi bir insanın
konuşmasında kullandığı kelimeler, vurgular, üslup, tarz, ifadelerin yeri ve
tanzim şekli, sözkonusu konuşmacının bilgi seviyesine uygun olarak değişik
manaların, hakikatlerin, bilgilerin ve sırların tereşşuhuna ve idrakine vesile
olup o maksada hizmet ettiği gibi, Allah’ın kitab-ı akdesi olan
Kur’an-Hakim’de, bu sır daha hakikattar ve sonsuz ilimden gelen ilahî kelamın
şanına yakışacak tarzda geniş bir muhtevayı saklaması ve muhafaza etmesi,
i’cazının gereğidir. Bu açıdan bakıldığında, Kur’an’da ilm-i-cifir ve ebced
hesabı ciddi manada önem arz etmektedir.
Bazı kimselere göre, ebced hesabının doğru olup olmadığı hususu
ancak bir nass (âyet-hadis) ile isbat
edilebilir. Bu görüşe göre hareket edildiği takdirde, zaman içerisinde değişik
metotlarla ortaya çıkan fıkhî, edebî, içtimâî, ilmî ve işârî tefsir çeşitleri
için de böyle bir metoda başvurmak gerekir. Hâlbuki Hz.Peygamber’den gelen tefsir
rivâyetleri Kur’an’ın tamamına nisbeten çok azdır. Kaldı ki, “Onlar,
Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkası
tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı.”, “(Resûlüm!)
Sana bu mübarek kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar
diye indirdik” , “Onlar, Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? yoksa kalpleri kilitli
mi?” mealindeki düşünmeyi emreden âyetler, açıkca her kesimi Kur’an’ı
araştırıp derin mânâlarını anlamaya davet etmektedir. Buna göre; açıkca
yasaklanmadığı, İslâm’ın rûhuna ve klasik Arap edebiyatına ters düşmediği
müddetçe, her çeşit tefsir şekli câizdir. Zira İslâm‘a göre “Eşyada asıl olan
ibahedir.” Akıl, ibahenin ötesinde, araştırmakla mükellef tutulmuştur.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle;
Kur’an çok yerlerde tâ’mim için hazf yapıyor. Çok yerlerde nazm-ı kelâmı mutlak bırakıyor ki,
ehl-i belâğat ve ulûm-u arabiyece güzel görünen vecihler, ihtimaller çoğalsın
ki, her asırda her tabaka, fehimlerine göre hissesini alsın.
Kur’an’ın değişik ihtimalleri ihtiva eden ifadelerinin mantûk, mefhûm, delâlet, imâ, işâret gibi yollarla anlaşılabileceği gibi, ebced hesabı yolu ile
de anlaşılmasında bir mahzurun olmaması gerekir. Çünkü, o da işaret yollu
anlamanın bir parçası kabul edilmiştir.
Kâinattaki Prensipler, Matematik
Kanunları ve Tevafuk
Ulûm-u riyaziye ulemasının [matematikçilerin] münasebet-i adediye[sayısal ilişkiler] içinde en latif düsturları ve avamca harika görünen
kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hatta fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı
Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam
ve bir medar-ı tenâsüb ve ittifak ve bir nâmus-u hüsün ve ittisak yapmış.
Meselâ: Nasıl ki iki elin ve iki ayağın parmakları, a’sabları, kemikleri, hatta
hüceyratları, mesamatları hesabca birbirine tevafuk ederler. Öyle de bu ağaç,
bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu
bahar dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mâzi
baharlarına ihtiyar ve irade-i İlahiyeyi gösteren sırlı ve az farkla
muvafakatları, Sâni-i Hakîm-i Zülcemâl’in vahdetini gösteren kuvvetli bir
şahid-i vahdaniyettir.
Ebced hesabının doğruluğu konusunda yukarıdaki delilleri ortaya
koyan Bediüzzaman’ın vardığı sonuç şudur:
İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve birdüstûr-u riyazî ve bir nâmûs-u fıtrî ve bir usûl-ü edebî ve biranahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve mâden-i esrar ve fıtratın
tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrası ve lisan’ul- gayb
olan Kur’an-ı Mu’ciz’ül-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işaratında istihdam,
istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.
Kur’an ayetlerinin sıralanışı
Hicri 1.yüzyıla ait, Medine’de
yazıldığı tahmin edilen bir mushaf sayfası.
Maide suresi, 7-12.ayetler.
Son zamanlarda, bazı kimseler, Kur’an ayetlerine verilen rakamların
yeni olduğunu, dolayısıyla, ayetlerin sayısı ile ilgili bilgilerin doğru
olamayacağı iddiasını ortaya atmışlardır. Hâlbuki bir şeyin sayısı, onun
rakamla belirtilmesinden çok farklıdır. Bir yerde elli kişi görseniz,
yakalarında sayıyı gösteren rakamları olmadığı için, onları inkâr mı
edeceksiniz? Eğer böyle bir mantıkla hareket edilse, insanlar, -yakalarında
yazılı olmadığı için- kendi çocuklarının sayısını veya kendi ellerinin
parmaklarının kaç tane olduğunu söyleyemezler!
Kur’an ayetlerinin sayısı ve tertibi/sıralanışı, tıpkı elimizdekimushaflarda olduğu gibi, vahiy ile tespit edilmiştir. Alimlerin çoğu, değişik
hadis rivayetlerini göz önünde bulundurarak bu sonuca varmış, bu görüşü
benimsemiştir. Son zamanlarda yapılan yeni çalışmalar da bunu desteklemektedir.
Öyle ki, ayetlerin vahy ile tespit edildiğine dair, alimler arasında her
hangi bir görüş ayrılığının bulunmadığına dair bilgiler sözkonusudur.
Hz.Peygamber’in vahiy kâtiplarine, ayetlerin yerlerini, büyük bir titizlikle
öğrettiğini gösteren sahih rivayetler vardır. Ahmed b. Hanbel’in rivayet
ettiği bir hadiste, Hz.Peygamber şöyle burmuştur: “Cebrail bana şu: “Şüphesiz
Allah, adalet ve iyiliği emreder” (mealindeki) ayeti, şu surenin şurasına [Nahl/90]
koymamı emretti.” Abdullah b. Abbas’ın bildirdiğine göre, Hz.Cebrail,
Hz.Peygamber’e, “Allah’a döneceğiniz bir günden sakınınız!” mealindeki ayeti,
Bakara Suresinin 280. ayetinin yanı başına (281. ayete) koyun.”diye tenbih
etmiştir. Diğer bir rivayette ise “bu ayeti, riba ayeti ile
deyn/müdayene ayetinin arasına koyun” ifadesine yer verilmiştir.
Hz.Peygamber’in hayatında, sure ve ayetlerin sayıldığını gösteren bazı misalleri şöyle sıralamak mümkündür:
Vasile b. Eska’ anlatıyor: Peygamber şöyle buyurdu: “Bana Tevrat yerine, seb’-i tivâl/yedi uzun sure; Zebûr yerine, Miûn/yüzlü (yaklaşık yüz civarında ayetleri bulunan sureler); İncil
yerine, Mesâni (ayetleri yüzün altında olan
sureler) verildi ve Mufassal (Hucurat veye Kaf suresinden sona kadar ki 65-66
adet) surelerle onlardan üstün tutuldum.”
Ebu Hüreyre anlatıyor: Peygamber buyurdu ki: “Kur’an’da ayet sayısı otuz olan bir sure
var; sahibine (onu okuyan bir kimseye) şefaat ederek onun bağışlanmasını
sağladı. Bu, Tebâreke Suresidir.”
“Ant olsun, biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’an’ı
verdik” [Hicr/87] ayeti, Fatiha suresinin ayet sayısına dikkat çekmektedir.
Hadis kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Hz.Peygamber, bu ayetin,
namazın her rekatında tekrarlanan ve yedi ayetli olan Fatiha Suresine işaret
ettiğini ifade etmiştir.
“Kim bir gece Bakara Suresinin son iki ayetini okursa onun için
yeterlidir.”
Abdullah b. Abbas anlatıyor: “Arap-Cahiliye döneminin kötü alışkanlıklarını öğrenmek
istiyorsan, En’am Suresinin 30. ayetinden 100. ayetine kadarki ayetleri oku!”
“Kim Kehf Suresinin başından (bir rivayette sonundan) on ayet
okursa, deccalın şerrinden korunmuş olur.” Bu misalleri daha da
çoğaltmak mümkündür. Bütün bunlar, Hz.Peygamber’in bizzat ayetleri saydığını
gösteriyor.
Surelerin sıralanışı
Bu konuda farklı üç görüş söz konusudur:
1/ Elimizdeki mushaflarda yer aldığı şekliyle, bütün surelerin
sıralanışı, ayetlerde olduğu gibi, vahiy ile tespit edilmiş, Hz.Peygamber’in
emirleri doğrultusunda yerlerine konmuşlardır. Bu görüşü savunanların
dayandıkları delilleri şöyle sıralamak mümkündür:
a) Kurân, Allah tarafından koruma altına alınmıştır. “Şüphesiz
Kur’an’ı biz indirdik ve hiç şüphe yok ki, onu biz koruyacağız.” [Hicr/9]
ayeti, bu hususu ilan etmektedir.
Bunu, Kur’an’ın yanlış yorumlardan uzak tutulma anlamında,
manalarının muhafazasına yönelik bir koruma olarak algılamak uygun olmaz. Çünkü
böyle bir anlayış, insan iradesini kısıtlayıcı ve imtihan sırrına aykırı olduğu
gibi, mevcut realiteye de uygun değildir. Eskiden beri, bir çok yanlış anlayış
sahiplerinin de Kur’an’ı referans almaları, bunun açık kanıtıdır. O halde, bu
koruma işi, Kur’an metnine ait bir teahhüttür. Kur’an, 6236 ayetin içinde yer
aldığı 114 sureden meydana gelmektedir.
Ayetler arasında var olan ince münasebetler, sureler arasında da söz konusudur.
Ayetlerin vahiy ile tespit edildiği hususu, yukarıda geçtiği üzere, bütün
ümmetçe kabul gören bir gerçektir. Aşağıda gösterileceği üzere, hadis
kaynaklarında, surelerin büyük bir kısmının durumu da böyledir. Sadece
bir iki sureyi farklı değerlendirmek sağlıklı değildir.
b) Kur’an-ı Kerim’in bir araya getirilmesi de, onun manevî
emrinin bir yansımasıdır. “Şüphesiz, Kur’an’ın bir araya toplanması ve onun
okunması bize aittir.” [Kıyamet/17] ayeti, Kur’an’ın bir araya getirileceğine
işaret etmektedir. Birinci derecede, onun Hz.Peygamber’in kalbinde
toplanacağına delâleti sözkonusu olduğu gibi, ikinci derecede, onun, bir mushaf
halinde, bir kitap halinde toplanacağını göstermektedir. “Allah tarafından
gönderilen bir peygamber, tertemiz sahifeler okuyor.” [Beyyine/2], ayeti
ise Kur’an’ın sahifelere yazıldığını gösterdiği gibi, bu konuyu teşvik eden bir
emir olarak da düşünmek gerekir. Bazı âlimler buna dayanarak Kur’an’ın cem’ini
bir farz-ı kifâye olarak değerlendirilmiştir. Mushaf ise sure ve
ayetlerden ibarettir.
c) Nitekim, Hakim’in rivayet ettiğine göre, bir Vahiy kâtibi,
Kur’an’ın gerek Ebubekir döneminde ilk defa bir araya getirilerek belli
sahifelerde toplanması işleminde, gerek Osman döneminde bir Mushaf halinde
istinsah edilmesinde olsun, komisyon başkanı olarak görev yapan Zeyd b. Sâbit:
“Biz Peygamber’in huzurunda, Kur’an’ı, değişik yazı malzemesinden (rika’) bir araya getirip düzenliyorduk” demiştir. Bunun
anlamı şudur: Sahabîler, Peygamber’in işareti doğrultusunda, Kur’an’ı,
hem sure, hem ayetleriyle bir araya getirip, sıralamışlardır.
d) İbn Hacer’in de ifade ettiği gibi, Peygamber’in hayatında, surelerin büyük
bir kısmının tertibinin bilindiğine şüphe yoktur. Nitekim, Hüzeyfe
es-Sakafî, şöyle anlatıyor: “Müslüman olup Peygamber’i ziyaret eden Sakîf heyetinde
ben de vardım. Hz.Peygamber, (biraz gecikmeli olarak yanımıza geldi ve) dedi
ki: “Kur’an’dan okumakta olduğum bir hizbim vardı, onu bitirmeden çıkmayayım
dedim.” buyurdu. Sonra biz Peygamber’in arkadaşlarına: “Siz Kur’an’ı nasıl
hiziplere ayırıyorsunuz?” diye sorduk. “Üç sure, beş sure, yedi sure, dokuz
sure, onbir sure, onüç sure şeklinde birimler halinde ayırıp okuyoruz. En
son, Kaf suresinden sona kadar (65
sureyi) okuyup Kur’an’ı hatmediyoruz.” şeklinde cevap verdiler. İbn
Hacer, bu rivayete işaret ettikten sonra şu tespitte bulunur: “Bu hadis, bize
elimizdeki mushaflarda yer alan surelerin sıralanışı, Hz.Peygamber dönemindeki
tertibin aynısı olduğunu göstermektedir. Bununla beraber, sözkonusu tertibin
yalnız Mufassal sureler için olma
ihtimali de vardır.” Bunun çok zayıf bir ihtimal olduğunda şüphe
yoktur. Surelerin yalnız bir kısmının, belli bir sıraya tabi tutulmasının hiç
bir mantığı yoktur.
İbn Hacer’in sözkonusu açıklamasına değinen Suyutî, şu görüşlere yer vermiştir: Ha-Mim’lerin, Tâ-Sin’lerin kendi aralarında,
peşpeşe sıralanması, buna karşılık, Müsebbihat (tesbihi ifade eden sözlerle başlayan surelerin) aralarına
başka surelerin yer alması, yine üç Tâ Sin’lerden Neml suresi, daha kısa olmasına rağmen, iki
uzun sure arasında yer alması, bu işin vahy ile olduğunu göstermektedir.
“Gönlün daha çok yatıştığı husus, Beyhakî’nin de ifade ettiği gibi, Enfal ve
Beraet/Tevbe Suresinin dışında, bütün surelerin tertibinin, vahiy ile tespit
edildiğidir. ”
e) Buharî, İbn Mesud’dan şunu nakletmiştir: “Peygamber: Beni
İsrail/İsra, Kehf, Meryem, Tâ Hâ ve Enbiya sureleri için, onlar ilk inen
surelerdendir” diye buyurdu.” Hz.Peygamber’in burada söz konusu ettiği
surelerin sırası, elimizdeki Mushaf’ın aynısıdır.
f) Gerek Ebu Bekir dönemindeki Kur’an’ın, değişik yazı
malzemelerinden derlenip, sahifelere yazılarak bir araya getirilen şekli olsun,
gerekse, Osman zamanında yapılan istinsah çalışmaları sonucunda yazılan veİmam adı verilen Mushaf olsun, bütün sahabeler tarafından kabul
edilmiştir. Allah’ın kelamında, sahabelerin ittifak ettiği bir husus, onun bir
vahiy mahsulü olduğunu göstermektedir. Sahabenin icmâı, kesin bir
hüccettir.
g) Peygamber’in hayatında, bütün surelerin durumu biliniyordu.
Aksine delalet eden hiç bir delilimiz yoktur. O halde, surelerin hepsinin veya
bir kısmının sahabelerin ictihadına bağlı olduğunu söyeleyecek durumda değiliz.
2/ Surelerin hepsi sahabe içtihadına göre düzenlendiğini savunan
görüş
Bu görüşü savunanlardan kadı Ebu Bekir b. Tayyıb şöyle der:
“Elimizdeki Mushaf’ta yer alan surelerin sıralanışının, sahabe tarafından
düzenlenmiş olma ihtimali vardır.” Bu görüşte olanların delili, bazı
şahsî Kur’an’ların gösterdiği farklılık ile, aşağıda yer alan Osman’la ilgili
hadistir. . orada yalnız Enfal ile Beraet/Tevbe surelerinin durumu söz
konusudur. Onun için kaynaklarda genellikle, bu görüşe hiç iltifat edilmediğini
söylemek, yerinde bir tespit olacak, diye düşünüyorum.
3/ Surelerin bir kısmının vahiy ile bir kısmının da sahabe
içtihadına göre düzenlendiğini savunan görüş
Bu görüşü savunanların elinde, surelerin bir kısmının gerçekten
sahabe içtihadına göre düzenlendiğini gösteren hiç bir sağlam delil
yoktur. Bu husus, aşağıda verilecek bilgilerden rahatlıkla
anlaşılabilir. Konuyu bir kaç madde halinde açıklamakta fayda var.
a/ Bu görüşü savunanlardan Zerkeşi
şöyle diyor: “Surelerin bir kısmının tertibi/sıralanışı, Allah’ın emrettiği
zorunlu bir iş değil; sahabe içtihadına bağlı bir husustur. Sahabîlere ait
şahsî Mushafların farklılığı bunu göstermektedir.” Alimler, buna şu
cevabı vermişler: Şahıslar’daki Kur’anların farklılığı, ilgili şahısların,
kendi şahsî tasarruflarıdır. Bütün ümmeti ilgilendirmediği için, çok özel
kalmıştır. Eğer konu ictihadî olsaydı, daha sonra onlar kendi mushaflarını terk
edip, Osman zamanında yeniden yazılan Mushaf’lara uymazlardı.
Bununla beraber, farklı olduğu söylenen şahsî Kur’anların tertibi,
Hz.Peygamber’in “arz-ı ahîr” diye anılan, Hz.Cebrail’e
en son olarak yapılan Kur’anın arzından önce idi. Surelerin tam tertibi ancak
bu son arzdan sonra sözkonusu olmuştur. Halbuki, şahsî Kur’anların
varlığı, o şahısların kendi zevklerine ve bilgilerine uygun bir düzenlemeyi
gösterir. Hz.Ali’nin, kendi mushaf’ını nüzul
sırasına göre düzenlediği, İbn Mesud’un mushaf’ında da, çok farklı bir
düzenlemenin sözkonusu olduğu bilinmektedir. Bu da bu mushafların çok
hususî bir mahiyette olduğunu göstermektedir.
Osman mushaf’ından 22/9-11.ayetler.
Taşkent [Semerkand], Özbekistan.
Osman zamanında, bütün ümmet için bir araya getirilen Kur’an’ın
düzenlenmesi, büyük bir sorumluluk gerektirdiği ortadadır. Böyle bir
sorumlulukla düzenlenen Kur’an’ın tertibi, her şeyden önce, Hz.Peygamber’in
hayatında var olan bir düzenin olup olmadığını gerektirir. “Sizden ölenlerin,
geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına dört ay on gün beklerler.”
[Bakara/234] ayeti, nesh edildiği halde, neden yine Kur’an’da yazdınız? diye
soran Abdullah b. Zübeyr’in bu sorusuna,Hz.Osman’ın verdiği cevap
mânidardır: “Yeğenim! Ben Kur’an’daki herhangi bir şeyin yerini
değiştirmiyorum. Bunu değiştirmeye yetkili de değilim.” Bu cevap,
sahabenin, Kur’an’a karşı gösterdiği hassasiyetin ve sorumluluğun
boyutunu göstermektedir. İbn Hacer’e göre, Hz.Osman’ın bu cevabı, Kur’an
ayetlerinin tertibinin vahiy ile tespit edildiğinin de açık bir göstergesidir.
b/ Bu görüşü savunanlardan biri
olan İbn Atiyye’ye göre, surelerin büyük çoğunluğunun tertibi/sıralanışı,
Hz.Peygamberin hayatında biliniyordu. Yedi uzun sureler, (yedi) Ha-Mîmler, [49.
sure olan Hucurat’tan Kur’an’ın sonuna kadarki, toplam, 66 adet surelerin adı
olan] mufassallar, bunlardandır. Bu görüşü savunanlardan Ebu Cafer b.
Zübeyr ise “vahiy ile sırası belirlenen surelerin sayısı, İbn Atiyye’nin
söylediğinden çok daha fazladır; içtihada dayalı olanların sayısı ise
tahminlerin çok altında olduğunu” söylemektedir.
c/ Söz konusu görüşü benimseyen
âlimlerden, Beyhakî ve onu takibeden Suyutî’ye göre, sahabenin içtihadına bağlı
olarak tertip edilmiş olanlar, yalnız Enfal ve Tevbe suresidir.
Bunların dayandıkları delil, Hz.Osman’dan geldiği iddia
edilen bir rivayettir. Bu rivayete göre, Hz.Osman, Enfal ve Tevbe
Suresinin yerleri konusunda kendisine sorulan bir soru üzerine özetle şunları
söylemiştir: “Hz.Peygamber, inen ayetlerin yerlerini kâtiplerine bildirip öyle
yazdırıyordu. Ancak, Medine döneminin ilk zamanlarında inen Enfal Suresi ile,
son dönemlerinde inen Tevbe Suresinin yerlerini belirtmeden vefat etti.
Kıssaları benzer olduğundan ikisini bir sandık. Onun için aralarına Besmele
koymadım ve yedi uzun sureler arasına koydum.”
Bu hadis sahih olduğu takdirde, yine de genel olarak Kur’an’ın,
sure ve ayetleriyle saadet asrında bir düzen içerisinde olduğunu ve bunun böyle
bilindiğini göstermektedir. Bununla beraber, söz konusu hadisin zayıf olduğu,
rivayetlerin merkezinde yer alan Yezîd el-Farisî’nin Buharî tarafından zayıf
râviler arasında sayıldığı belirtilmiştir. Asrın büyük hadis âlimlerinden
biri olarak bilinen Şeyh Ahmed Muhammed Şakir, hadisin aslı olmadığını ifade etmiştir.
Zerkanî de, o’nun meçhul bir ravi olduğuna dikkat çekmiştir.
d/ Zerkeşi’nin de dâhil olduğu bir
grup İslam alimlerine göre, bu ihtilaf lafzîdir. Nitekim İmam Malik bir yandan,
surelerin bir kısmının Sahabe tarafından düzenlemiş olduğunu savunurken, diğer
taraftan “Onlar, Kur’an’ı Peygamber’den duydukları şekilde bir araya getirip
düzenlemişler.” demektedir. O halde -Zerkeşi’nin de belirttiği gibi-
ihtilaf noktası, yalnız bu düzenlemenin hepsi, Peygamberin sözlü emrine göre
mi, yoksa ondan gördükleri fiilî sünnete göre mi olduğu şeklindedir.
Konuyu özetlersek, Kur’an ayetlerinin, elimizdeki Mushaflarda
olduğu gibi, var olan tertibi/sıralanışı, vahiy ile tespit edildiğine dair,
bütün ümmetin ittifakı vardır. Enfal ve Tevbe sureleri dışındaki surelerin
hemen hepsinin tertibi de vahiy ile tespit edildiğini savunanların görüşü, ağır
basmaktadır. Çünkü, sadece söz konusu iki surenin tertibinin, yüce Allah
tarafından göz ardı edildiğini düşünmek, oldukça düşündürücüdür. Nitekim, bazı
alimler, sözkonusus iki surenin tertibini dışlayan İbn Abbas’ın bizzat
sözkonusu hadisine dayanarak, surelerin hepsinin vahiy ile sıralandığını
söylemişlerdir. Yoksa, Kur’an’ı ezberleyen, onu baştan sona
hatmeden sahabeler, “bu işi tertipsiz/düzensiz nasıl yaparlardı!”
Bilindiği gibi, Hz.Peygamber, her sene Ramazan ayında, o güne
kadar inmiş olan Kur’an’ı, Cebrail ile karşılıklı olarak okurdu. Son
Ramazan’da, bu karşılıklı okuma, iki defa gerçekleşmiştir. Bakıllanî, İbn
Enbârî gibi bir kısım alimler, Hz.Peygamber’in bu okuması, şu anda elimizdeki
mevcut tertibe göre olup, ona temel teşkil ettiğini söylemişlerdir.
Her inen vahiyden sonra sözkonusu ayetlerin bu günkü Mushaf’ın tertibine uygun
bir tarzda yerlerine yerleştirildiği hususu, -yukarıda kaynaklarıyla belirtildiği
gibi-, bütün ümmetin kabul ettiği bir gerçektir. Durum böyle olunca,
Ramazan’lardaki mukabelenin bu yazılı olan düzene göre olması en makul yol
olarak gözükmektedir. İslam fakihleri tarafından, surelerin tertibine riayet
etmenin önemine dikkat çekilmiş, tersinden veya bir sure atlanarak okumak,
mekruh sayılmıştır. Buna göre, denilebilir ki – Ebubekr el-Enbarî ve el
-Kirmanî’nin de dediği gibi- gerek sure ve gerek ayetler itibariyle olsun,
elimizdeki Mushaf’ın tertibi, vahiy ile tespit edilmiş olup Levh-i Mahfuzdaki
şeklinin aynısıdır. İbn el-Hisar’ın ifadesiyle: “Kur’an’ın sure ve
ayetlerinin tertibi, kesin kanaat verecek şekilde mütevatir bir nakille sabit
olup, Hz.Peygamberin tilavetine ve sahabelerin icmaına dayanmaktadır.”
İslam alimlerine göre, Kur’an’ın nüzul sırası, meydana gelen
sorunlar, sorular ve olaylar hakkındaki açıklamalara göredir. Mushaflardaki
mevcut düzeni ise değişik hikmetleri ders vermeye yöneliktir. Bu
hikmetlerden birisi, Kur’an’ın müteşabih dediği benzer kelime, cümle ve
ifadelerin bir tevafuk zinciri içerisinde dokuduğu hikmet dolu nazım örgüsünü
dizayn etmektir. Evet, “Tevafukat, ittifaka işarettir; ittifak ise ittihada emaredir;
vahdete alamettir; vahdet ise tevhidi gösterir. Tevhid ise Kur’an’ın dört
esasından en büyük esasıdır.”
Misâller
Kelime ve Cümlelerin matematik
değerleri ve ayetlerin tertibi
“Allahumme Malike’l-mülk” [3/26]
– Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar
ki tekrar sayısı: 319’dur.
– Bunların ebced değeri de
319’dur.
– Bunların içinde yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.
Bu tevafuk diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da
sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da
tek tek sayıp biliyor. Bu ise Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösteriyor.
Allah’ın “Şehid” ismi
– Her şeyi görüp bilen anlamındaki Allah’ın bu isminin
matematik değeri 319’dur.
– Bu ismin, merfu (ötreli) şekliyle 9. tekrarını yaptığı ve Kur’an’ın genelinde en son
geçtiği Buruc Suresinin 9. ayeti, Kur’an’ın sondan 319. ayetidir.
Bu tevafuk şöyle diyor: İyi bilesiniz ki, Şehid kelimesini böyle
harika bir tarzda yerine koyan Allah, her şeye şahittir.
“Hum bâliğûh”
– “Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı
kaldırınca, hemen sözlerinden dönüverdiler.” [Araf/135] ayetinde yer alan ve
“onların ulaşacakları” anlamına gelen “hum bâliğûh” cümlesinin ebced değeri,
1089’dur.
– Bütün Kur’an’da yalnız bir defa kullanılan bu cümlenin geçtiği
ayet, Kur’an’ın 1089. ayetidir.
Sanki bu tevafuk diyor ki: İyi bilinsin ki, siz Kur’an’ı okurken,
nasıl bu ayete ulaştınız, onlar da aynen söz verdiğimiz sürelerine ulaştılar;
sonra cezaya çarpıldılar. Demek, zulüm söz konusu değildir.
“haze’l-Qur’an”
– Bu kelimenin matematik değeri de, 1089’dur.
– Bu kelimenin en son geçtiği yer, Haşir Suresinin 21. ayetidir. Bu
ayetten sonra Kur’an’da yalnız 1089 ayet vardır. Yani ‘hâzâ‘ işaret zamirinin işaretinden sonra gelen Kur’an’ın ayet sayısı,
söz konusu“haze’l-Qur’an” kelimesinin matematik değeri kadardır. Demek ki,‘hâzâ’ işaret zamirinin burada tercih edilmesinin bir hikmet de,
bu güzel işarete işaret etmesidir.
Bu tevafuk içinde bulunduğu ayetin penceresinden bir ibret dersi
veriyor: “Eğer biz (şu harikalığını gördüğünüz) bu Kur’an’ı bir dağa
indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş
görürdün.”
“el-Hayr” kelimesi
– Bu kelimenin matematik değeri, 841’dir.
– Kur’an’ın sondan 841. sırada yer alan bir ayetinde
[Mearic/21], bu kelimeye de yer verilmiş ve özellikle ona vurgu yapılmıştır.
Bütün Kur’an’da 13 defa zikredilen bu kelime, bu ayette 12.
tekrarını yapmaktadır. Manidar bir tevafuktur ki, 1’den 12’ye kadarki sayıların
toplamı olan 78 “aded” kelimesinin ebced
değeridir. Bu tevafuk, 841 sayısal değere sahip olan bir kelimenin 13 tekrarından
birini, altı bin küsur ayetten, aynı sayısal değeri paylaşan bir ayette
yapması, Kur’an’ın Hayr-ı Mahz’dan gelen bir hayırlar mecmuası olduğunu
göstermektedir.
“Ebâbîl” kuşları
– Ebrehe ordusunu darmadağın eden kuşlar, Kur’an’da “Ebâbîl” olarak ifade edilmiştir. Bu kelime, “gruplar halinde peşpeşe gelen”anlamına gelir. Matematik değeri ise 46’dır.
– Kur’an’da, “peşpeşe” anlamına gelen bu kelimeyi, sondan peşpeşe sıralanan
ayetlerin 46. sına yerleştirilmiştir. Bu tevafuk, Fil vakasının doğruluğunu gözle
görülürcesine pekiştirmektedir.
“Gaybı bilen Allah”
– “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da,
fısıltılarını da bilir. Ve şüphesiz Allah, gaybları (gizlilikleri) çok iyi
bilendir.” mealindeki ayetin son cümlesinin asıl metni “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” dur. Bu cümlenin matematik değeri, 1313’tür.
– Bu cümlenin bulunduğu ayet [Tevbe/78], Kur’an’ın 1313.
ayetidir.
– Cümlenin ebced değeri ile ayetin genel sırası, 13 sayısını
gösterdiği gibi, ayetin suredeki numarası da 78 olup 6×13’tür.
– Ayet numarasının gösterdiği 78 rakamı, hem “aded”, hem de “Hakim”kelimesinin matematik
değeridir. Bu ise burada hikmetli bir sayısal tablonun gösterildiğine
işarettir.
Bu tevafuk, “ve ennellahe allamu’l-ğuyûb” cümlesinin dediği gibi, Allah’ın bütün sırları/gizlilikleri bilen,
sonsuz bir ilim sahibi olduğunu, Kur’an’ın ise bu sonsuz ilim sahibinin kitabı
olduğunu göstermektedir.
Fatır Suresi
– Surenin ismi olan Fatır’ın kök harfleri “ftr” nın matematik değeri: 289 olup 17×17’dir.
– Bu sure, mukattaat olmayan sureler sisteminde, 17. sıradadır.
– Surenin ilk ayeti, içinde bulunduğu sistemde, 1598. sıradadır. Bu
sayı: 36×17’dir.
– Surenin ilk kelimesi olan “elhamdulillah” ın buradaki tekrar sayısı, 17’dir.
Tarık Suresi
– Bütün Kur’an’da, yalnız bu surenin ayet sayısı 17’dir.
– Surenin 17. sıradaki son ayeti, Kur’an’ın sondan, 289. ayetidir
ki, bu sayı, 17×17’dir.
– Surenin son kelimesi “Ruveydâ”nın matematik değeri, 221 olup 13×17’dir.
– Surenin ismi olan “el-Tarıq” kelimesinin matematik değeri, 340 olup 20×17’dir.
“Câe humu’l-hak” kelimesi
– Bu ifadenin ikinci kelimesi olan “hum” kelimesinin matematik değeri, 45’tir. Ve bu ifade bütün
Kur’an’da 45 defa geçmiştir.
– İfadenin matematik değeri, 289 olup 17×17’dir.
– Bu ayet [Zuhruf/29], mukattaat olan sureler sistemine göre,
sondan 289 (17×17). sıradadır.
– Bu ifadenin ilk kelimesi “câe” nin buradaki tekrar sayısı, 34 olup 2×17’dir.
Risaleti tasdik eden bazı tevafuklar
“bel câe bi’l-hak”
Bu cümlenin geçtiği ayette, Hz.Muhammed’in (a.s.) hak resul olduğu
ve daha önceki resullerin hak peygamberler olduğunu tasdik ettiği ifade
edilmektedir. Vurgu yapılan risalettir, resuldür. İşte bu ayette “Resul”kelimesinin matematik değeri, bir nevi risalet mührü gibi
kullanılmıştır. Yani öyle güzel tevafuklar gösterilmiş ki görenler, bu işin
arkasında, Allah’ın sonsuz ilminin varlığını anlayabiliyorlar. Şöyle ki:
– “Resul” kelimesinin matematik
değeri, 296 olup 8×37’dir.
– “Bilakis o hak ile geldi ve Resulleri /peygamberleri tastik etti.”
cümlesinde yer alan “câe” (53), “saddeke” (2), “el-Mürselin” (19) kelimelerinin buraya kadarki toplam tekrar sayısı, 74 olup,
2×37’dir.
– Bu ayetin içinde bulunduğu Saffat Suresinin sıra numarası da
37’dir.
– Surenin içinde yer alan sözkonusu ayetin sıra numararsı da 37’dir.
– İlginçtir, 37. surenin (Saffat), şu 37. sıradaki ayetinin
ilk kelimesi olan“bel câe” nin matematik değeri de
37’dir.
– Ayrıca bütün Kur’an’da “bel” ile başlayan ayetlerin sayısı da 37’dir. Söz konusu 37.
surenin 37. ayetinden önce 18 ayet, ondan sonra da 18 ayet zikredilmiştir.
Toplam sayısı 36 olan bu iki grup ayetin ortasında/merkezinde ise 37 numaralı
bir ayetin yerleştirilmesi ve bu ayete de 37 numaralı bir surede yer
verilmesi, elbette manidardır.
Görüldüğü gibi, burada Hz.Peygamber’in (a.s.) risaleti ile diğer
peygamberlerin risaletlerinden söz edildiği için, mucizevî bir tevafukla,
risaletler tasdik edilmiştir. Çünkü “Resul” kelimesinin matematik değeri, 296 olup, 8×37’dir.
“İnneke le mine’l-mürselîn”
Bilindiği gibi, Hz.Muhammed, 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden
ayet, Kur’an’da iki yerde zikredilmiştir:
a/ Bakara suresinin 252
b/ Yâ-sin suresinin üçüncü ayeti ayeti: “Şüphesiz Sen gönderilmiş
peygamberlerdensin.”
“Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin.” mealindeki
ayetin asıl metni: “İnneke le mine’l-mürselîn”şeklindedir. Bu cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13 tür. 13 harften meydana gelen bu
cümlenin ebced değeri ise 13‘ün 47 katı olan 611 dir. Ayetin matematik
değeri, anlamını teyid etmekte ve O’nun peygamber olduğu miladi tarihini
vermektedir. Şayet okunmayan vasıl elifi de sayılsa, bu cümlenin ebced değeri, 612 olup 36x17’dir. Manidâr bir tevafuktur ki, bütün Kur’an’da, Peygambere hitap
eden “Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin.” cümlesi, yalnız sözkonusu iki yerde geçmiştir. “gönderilmiş
peygamberler” tabiri, bu iki ayet arasında, ebced değerlerine uygun
olarak 17 defa tekrarlanmıştır.
Besmele
Abdullah İbn Mesud şöyle diyor: Besmelenin harfleri, Cehennem zebanilerinin sayısı kadar olup 19 tanedir.
Dolayısıyla, bu 19 zebaniden kurtulmak isteyen, 19 harfli besmeleyi okusun.
Bunu okuyan kimse için Allah, bu harflerden her birisini, bir zebaniye karşı
bir zırh yapar. Cehennem meleklerinin kendileri de bütün işlerini besmele
çekerek yaparlar. Bütün güçlerini de besmeleden alırlar. Görüldüğü gibi,
İbn Mesud, sayısal bir tevafuk tablosuna göre bir tefsir yapmıştır. Aslında bu
çeşit tefsirler, merfu olarak, yani Peygamber’den öğrenilerek yapılır. Çünkü
gaybî bir mesele olan Zebanilerin durumunu ve besmele ile ilgilerini başka
şekilde kesin olarak bilmek imkânsızdır.
Kadir gecesi
İbn Atiyye ve Savî gibi bazı müfessirlerin anlattığına göre: Kadir
Suresinde, Ramazan ayının günleri sayısı kadar; 30 adet kelime yer almıştır. Bu
kelimelerden Kadir gecesine ait bir zamir olan “Hiye/o”edatı, surenin 27. kelimesi olarak zikredilmiştir. Bu ise Kadir
gecesinin Ramazanın 27. gecesinde olacağına bir işaret sayılmıştır. Bazı
alimlere göre “Kadir gecesi” anlamındaki “leyletü’l-Qadr” terkibinin 9 harfi vardır ve bu terkip surede üç defa
tekrarlanmıştır. 3×9=27. Bu tevafuk da, Kadir gecesinin, Ramazan’ın 27.
gecesinde olduğunu gösterir. İlginçtir; gayr-ı mukattat olan Mekkî Sureler
sistemine göre, Kadir Suresinin ilk ayeti, başında “İnna” bulunan ayetlerin (27.) yirmi yedincisidir. Bu tevafuk, hem
bu hususa işaret eden hadislerin sıhhatine, hem ümmetin bu konudaki teamülünün
isabetli olduğuna, hem de Kur’an’ın nazmındaki işarî yollu i’caz parıltılarının
varlığına parlak bir delildir.
Meleklerin sayısı
Cemaatle namaz kılmakta olan bir kimse, rükûdan kalkınca, seslice
“Rabbena ve leke’l-hamd. Hamden kesiren tayyiben mübareken fih” duasını okudu.
Hz.Peygamber (a.s) namazdan sonra “O duayı kim okudu? Otuz küsur meleğin, onu
önce yazmak için, birbiriyle yarıştıklarını gördüm.” diye buyurdu.
Âlimler, sözkonusu duanın harflerinin de otuz küsur olduğunu gözönünde
bulundurarak, duanın harfleriyle, meleklerin sayısı arasında sayısal bir
orantının varlığından sözetmişlerdir. İbn Atiyye, bu çeşit tevafukların, ifadelerin
lafzından doğrudan anlaşılan ilimler gibi kuvvetli olmamakla beraber, işarî
tefsir açısından çok güzel tesbitler olduğunu söylemiştir.
Azamet benim örtümdür
Bir kudsî hadiste, Allah: “Azamet benim örtümdür.” buyurmuştur. Çok manidardır ki, azamet kelimesinin kök harfleri olan, “Ayn (130), Zâ (902),
Mîm(90)”in ebced değeri, 1122 olup 17x66’dir. Görüldüğü gibi, azamet örtüsü, ebced değeriyle de
kanıtlanmıştır. Azametin ebced değeri, Allah lafza-ı celalinin ebced değeri (66) ile örtüşmekte ve onun için
bir çeşit örtü görevini üstlenmiş bulunmaktadır.
“abese” kelimesi
Abese suresinin ilk iki ayetinin mealleri şöyledir: “A’mânın kendisine gelmesinden ötürü
yüzünü ekşitti ve arkasını döndü.”
İşte bu üslupta bir harikalık vardır. Çünkü cümlede kullanılan “abese”fiili malum olmasına rağmen faili zikr edilmemiştir. Bu üslup
alışageldiğimiz ifade tarzlarının dışındadır. Ancak Kur’an-ı Hakim burada
mucize bir belgeyi göstermiştir. Şöyle ki; açıktan zikredilmeyen cümlenin
faili, bizzat “Abese/Yüzünü ekşitti” fiilinin ebced değerinin içerisindedir. Evet bu kelimenin
ebced değeri 132 olup “Muhammed”isminin karşılığıdır. Yine kendisinden yüz çevrilmiş adamın da
ismi verilmemiş ancak, onu da, “el-A’ma” kelimesinin ebced değerinde şifrelemiştir. Evet, bu
kelimenin ebced değeri 143‘tür. Söz konusu adamın
ismi “Abdullah”ın ebced değeri de 143‘tür. Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına
havale etmek doğru değildir.
“Eğer seni vefat ettirirsek..”
Kur’an’da, Peygambere hitaben “Eğer seni vefat ettirirsek..”
cümlesi üçdefa zikredilmiştir.
Bunlardan ilki Yunus suresinin 46. ayetinde geçmiştir.
Ayetin meali “Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını
sana (dünyada iken) gösterirsek (ne a’lâ); yok (onu göstermeden) eğer seni
vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara neler
olacağını göreceksin.) Sonra Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir.”
Ayette azabın bir kısmının Peygamber’e gösterilebileceği hususu
vurgulanmıştır. Mekke’de inen bu surede belirtilen azabın bir kısmı Bedir
savaşında gerçekleşmiş ve Peygambere gösterilmiştir.
Ayette ifade edilen Peygamber’in vefat haberi de çok harika bir
tarzda ihbar-ı gaybi nevinden sözkonusu yapılmıştır. Şöyle ki: “Eğer seni vefat
ettirirsek” cümlesi, Kur’an’da üç defa geçmektedir. Bu
cümle açıkça, Hz.Peygamber’in vefatından sözetmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet
numaraları da Hz.Peygamber’in ömrü olan, 63‘ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra’d 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163 tür. Sure numaralarının toplamı ise 63’ tür. “Eğer seni vefat ettirirsek” cümlesinin harfleri 9 dur. 63
sayısı 9’un 7 katıdır. Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber-
ebced değeri, 632‘dir. Bu da Hz.Peygamber’in,
miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybi haberlerin göz
önündeki görüntüsü!
VEDÂ şifresi
Hadis kaynaklarının bildirdiğine göre, Mâide Suresinin, “Bu gün
sizin için dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım.”
mealindeki üçüncü ayeti ile Nasr Suresi, Vedâ haccında inmiştir. Buna göre:
– Peygamber, bir adı Vedâ’/Tevdî’ olan Nasr Suresi’nin inişinden sonra 81 gün yaşamıştır.
– Hz.Peygamber, Medine’ye hicretinden 9 yıl, 9 ay ve 9 gün geçmiş
idi ki, Zilhicce ayının 9. gününde Vedâ hutbesini okumuştur. Ümmeti ile
vedalaştığından dolayı, bu hacca Vedâ haccı ve bu hutbeye de Vedâ’ hutbesi denilmiştir. Manidardır ki, Hz.Peygamber’in bundan 81 gün
sonra vefat ettiği Vedâ hutbesinin adı olan “Vedâ” kelimesinin ebced değeri de 81’dir.
– Peygamber’in vedâ zamanına işaret eden Nasr Suresi’nin bir adı da
Vedâ Suresidir. Kur’an’da, başında şifre bulunmayan (gayr-ı mukattaat)
surelerin arasında yer alan Nasr Suresinin, bu sistemdeki sırası da 81’dir.
– Nasr Suresinin harf sayısı da 81’dir.
– Yine manidâr bir tevafuktur ki, Vedâ haccından 72 (8×9) gün sonra,
Kur’an’ın en son ayeti olan “Allah’ın huzuruna varacağınız bir günden sakının”
mealindeki ayet inmiştir. Hz.Peygamber (a.s.), bunun Bakara Suresinin 281.
ayetine konmasını emretmiştir. Ve bu ayetin inişinden 9 gün sonra vefat
etmiştir. Ayetin son iki rakamı 81’dir. Bu sayı 9×9’dur. Bu ayet, sondan
itibaren Kur’an’ın 5949. (661×9) ayetidir. “Yevm=gün”kelimesi, ayette geçen 9. harfi ihtiva etmektedir. Demek, 9 gün
sonrasına işaret etmektedir.
– Bakara Suresi, 80 kusur parça halinde inmiş, 9 yılda
tamamlanmıştır. Bakara Suresinin tamamlandığı 9. yılda inen şu 281. ayet,
Kuvvetli bir ihtimalle 81. parça olarak inmiştir.
Kelimelerin tekrar sayıları ve ebced
hesabı
Hz.Süleyman
– “Süleyman“ kelimesinde yer alan harflerin, okuyuşuna göre/tehecci usûlü
(Sîn-lâm-yâ-mim-elif-nun) matematik değerleri: 510 olup 30×17’dir.
– Kur’an’da adı geçen peygamberler içerisinde, Hz.Süleyman’ın,
tarihteki sırası, 17’dir.
– Mescid-i Aksayı yaparken, Hz.Süleyman’ın yaşı, 17’dir.
– Kur’an’da, Süleyman isminin tekrar sayısı, 17’dir.
– Süleyman isminin ilk defa geçtiği ayet numarası, 102 (2/102) olup, 6×17’dir.
– Süleyman isminin ikinci defa tekrarlandığı ayet
numarası 102 ( aynı yer)=6×17’idir.
– Bu ismin sondan 8. (17’nin küçük yarısı)
tekrarının yapıldığı ayet numarası 17’dir (27/17).
– Süleyman isminin 15. tekrarının yapıldığı
surenin numarası, 34 olup 2×17’dir.
– Süleyman isminin 17. tekrarının yapıldığı ayet numarası, 34 olup
2×17’dir (38/34).
– Söz konusu 17 ayet içreisinde yer alıp, numaraları 17’nin katı
olan üç ayet numarasının toplamı (102+17+34): 153’tür. Bu sayı, 1’den 17’ye kadarki sayıların toplamıdır. Bu ise
sonsuz bir ilim tarafından yapılan bir dizaynın sinyallerini vermektedir.
“er-Rahîm” kelimesi
Bu kelimenin ebced değeri 289 olup 17×17’dir; Kur’an’daki tekrar
sayısı, 34 olup 2×17’dir.
“ecel” Kelimesi
Bu kelimenin matematik değeri. 34’tür. Bu kelime, Kur’an’da 34
defa tekararlanmıştır.
“alâ” kelimesi
Bu kelimenin matematik değeri, 34’ür. Kelime, Kur’an’da 34 defa
tekrarlanmıştır.
“fe bi eyyi” kelimesi
Bu kelimenin ebced değeri, 93 olup 3×31’dir. Kelime, Rahman
Suresinde, 31 defa tekrarlanmıştır.
“İshak” kelimesi
Ebced değeri, 170 olup 10×17’dir. Kur’an’daki tekrar sayısı,
17’dir.
“eyyuhâ” kelimesi
Ebced değeri, 17’dir. Kur’an’daki tekrar sayısı. 153 olup
9×17’dir. Bu sayı, aynı zamanda, 1’den 17’ye kadarki sayıların toplamıdır.
Kelimelerin tekrar sayıları ve
realiteler
Kur’an’da “yevm” (gün) kelimesi, bir yılın gün sayısı kadar (365 defa) geçmektedir.
Kur’an’da “şehr” (ay) kelimesi, bir yılda
var olan ayların sayısı kadar (12 defa) tekrarlanmıştır. Nüzul sırası
itibariyle 12. tekrarı, Tevbe Suresinin 36 (3×12) numaralı ayetinde
yapılmıştır. Bu ayette: “Şüphesiz, Allah katında, ayların sayısı on iki (12)’dir”
diye buyurulmuştur. Bu 12 kelimeden iki tanesi, Sebe suresinin 12 numaralı
ayetinde geçmiştir.
Kur’an’daki sıraya göre, “şehr”in 12. tekrarı Kadir Suresinin son ayetinde geçmektedir. Bundan
sonraki Kur’an ayetlerinin adedi, 108 olup, 9×12’dir.
İsrailoğullarından elçi olarak gönderilen “on iki (12) Nakîb” tabiri, bütün Kur’an’da yalnız, Maide Suresinin 12 numaralı ayetinde geçmektedir. Kur’an’daki (mansub)
şekliyle, “Nekîbâ”nın harfsayısı (5) ile ebced
değeri, 168 olup 14×12’dir.
“Biz onları (İsrailoğullarını) oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık.” [Araf/160] mealindeki ayette, açıkça
İsrailoğullarının 12 kabilesinden söz
edilmiştir. “Biz onları yeryüzüne gruplar halinde dağıttık.” [Araf/168]
mealindeki ayette ise İsrailoğullarının 12 kabile halinde yeryüzüne dağıtıldığı ifade edilmektedir.
Kur’an-ı Hakim, burada aynı ifadeler kullanmakla beraber, “on iki” tabirini açıkça kullanmamıştır. Bunun yerine işârî yolla on
iki sayısını gösteren, güzel bir kaç tevafuk harikasını sergilemiştir.
Birincisi: Bu ifadenin yer aldığı ayet numarası 168 olup, 14×12’dir.
İkincisi: Burada “on iki” ifadesi yerine, önceki ayette olmayan “fi’l-ard” (yeryüzünde) kelimesine yer verilmiştir. Bu kelimenin ebced
değeri,1122’dir. Bu sayı, “on iki” nin arapça ifadesi olan “isnâ aşer” in matematik değeridir.
Üçüncüsü: Söz konusu ayet, Kur’an’ın, 1122. sırasına yerleştirilmiştir. Bu da “on iki” diyor.
Halife Kelimesi
– Halife/hilafet kelimesi, “hilfet” [Furkan/62] kökünden gelir. Bu kelimenin matematik
değeri, 1110 olup, 30×37’dir. “Hilafet” kelimesi de bir farkla, 1110 (30×37)’dur.
– Kur’an’da, “Halife” kelimesi, iki defa söz konusu edilmiştir.
Bunlardan ilki, Âdem’le ilgidir. “Şüphesiz ben yeryüzünde bir halife
kılacağım/yaratacağım.” mealindeki Bakara Suresinin 30 numaralı ayetinde geçmektedir.
Peygamber’in “Nübüvvet hilafeti (Raşit hilafet), benden sonra 30 yıldır.”
mealindeki hadis ile söz konusu ayetin numarası, otuz sayısında tevafuk
etmektedir. Demek, bu sayıda hakiki hilafete bir işaret vardır.
– Bu ayet, genel sıralamada, Kur’an’ın 37. ayetidir. Böylece,
ayetin içinde bulunduğu suredeki sıra numarası ile, genel olarak
Kur’an’daki sıra numarasında, hilafet kelimesinin gösterdiği sayının iki
çarpanı (30-37) da gözetlenmiştir.
– Halife kelimesinin ikincisi, Hz.Davud’la igilidir. “Ey Davud!
Muhakkak ki, biz seni yeryüzünde halife yaptık.” mealindeki Sâd Suresinin 26
numaralı ayetinde geçmektedir. Bu ayet, genel sıralamada Kur’an’ın3996. ayetidir. Bu sayı, 108×37’dir.
– Yukarıda görüldüğü üzere, 37 sayısına göre ayarlanan “Halife”kelimesinin geçtiği Bakara Suresi ile Sad Suresi arasında (ikisi
dahil) tam 37 sure geçmektedir. Ve söz konusu 37 sure numaralarının toplam
sayısı, 740 olup, 20×37’dir.
Bütün Kur’an’da yalnız iki defa geçen halife kelimesinin, her iki
yerde de hilafet kelimesinin ebced değerine uygun olarak 37 sayısını göstermesi
elbette manidardır.
Sultan Kelimesi
– Kur’an’da değişik anlamda kullanılan “Sultan” kelimesinin tekrar sayısı, 37’dir. Bu kelimenin 37.
tekrarı, kıyametin bir adı olan el-Hakka ismini alan, bir surenin 29
numaralı ayetinde geçmektedir. Ayet meali ise “Saltanatım yıkıldı.” şeklindedir.
– İslam aleminin tarihinde, en büyük kabul edilen iki devlet, Abbasî
ve Osmanlı devletidir. Bu iki devletin kaderi, bu ayetin işaretine uygun
bir çizgi takip etmiştir. Buna göre,
– Abbasî devletinde, geçen halife/sultanların sayısı, 37’dir.
– Abbasî devletinin 37. Halifesi, lisan-ı haliyle: “Saltanatım yıkıldı.”, dediğinde, tarih 1258’i gösteriyordu. Çünkü bu sayı,
34×37’dir.
– Osmanlı devletinde de, sultan/halife sayısı, 37 sayısını
tamamlasın diye, Abdülmecid Efendi’ye hilafet yolunu açmıştı.
– Ve bu zat da, 37. halife olarak “Saltanatım yıkıldı.” dediğinde, tarih1924’ü gösteriyordu. Çünkü bu sayı,
52×37’dir.
Kur’an’ın açık ifadesini pekiştiren
bazı tevafuklar
Nisa Suresi
– “Ehl-i Kitap, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni
istiyorlar.” mealindeki ayette yer alan Ehl-i Kitab’ın isteklerine, ebced
hesabıyla cevap verilmiştir. Burada onlar, Hz.Peygamber’den kendileri
için “gökten bir kitap” indirmesini istiyorlar. Allah, Kur’an-ı Hakimin gökten inen
bir kitap olduğunun kanıtı olarak, “gökten bir kitap” tabirini Nisa Suresinin153. ayetine yerleştirmiştir. Çünkü “gökten bir kitab”ın Kur’an’daki ifadesi olan “Kitaben mine’s-semâ” nın ebced eğeri, 646’dır. Ve bu ifade bütün Kur’an’da yalnız
bir defa ve yalnız burada zikredilmiştir. Söz konusu ayet ise Kur’an’da,
646. sıradadır.
– Ayrıca, 646 rakamı, 38×17’dir. Ayet numarası olan 153 ise 9×17’dir. Ayrıca, 1’den 17’ye kadarki sayıların
toplamıdır.
– Bu ayette geçen kitab kelimesinin, buradaki
tekrar sayısı, 76 olup 2×38’dir. Bu da 17’nin diğer çarpanıdır. Sema kelimesi ise bu ayetten önce 9 defa geçmiştir. Buna
göre, “Kitaben mine’s-semâ”da yer alan bu iki kelimenin tekrar sayısı itibariyle, kitap
kelimesi, 85. sıradadır. Ki, bu rakam, 5×17’dir.
– Ayette geçen Ehl-i Kitab kavramının tekrar sayısı 16’dır. 1’den 16’ya kadarki
sayıların toplamı, 136 olup 8×17’dir. Ayrıca buraya kadar “el-kitab” kelimesi, 68. (4×17) tekrarını
yapmıştır.
Yunus Suresi
“O bir gerçek midir? diye senden haber istiyorlar. De ki: Evet,
Rabbime yemin olsun ki, o şüphesiz bir gerçektir ve âciz bırakacak değilsiniz”
(10/53)
– Ayette geçen “haber istiyorlar” mealindeki kelimenin kök harfleri“nbe” dir. Bunun ebced değeri, 53’tür. Ayetin numarası da 53’tür.
– “bir gerçek midir?” mealindeki “e hakkun?” ifadesinin matematik değeri, 109’dur. Bu ayet,
Kur’an’ın 1417. ayetidir. Bu sayı: 13×109’dur.
Bu tevafuk Kur’an’ın verdiği haberlerin hakkaniyetini/gerçekliğini ispat
etmektedir.
Yusuf Suresi
– Yusuf Suresinde, Melik’in gördüğü rüyada yedi semiz ve yedi cılız inek ile, yedi dolgun ve yedi zayıf başaktan söz edilmektedir. Bu yedilerin rüyası ve tabirleri,
yedi ayet içerisinde bahis konusu yapılmaktadır.
– Söz konusu yedilerin geçtiği ilk ayete kadar, surede 42 (6×7) ayet geçmiştir.
– Yedilerden bahseden yedi ayetin sonuncusu, surenin 49. (7×7) ayetidir. Bu ayet, sondan surenin 63. (9×7) ayetidir.
– Burada söz konusu edilen “yedi yıl” tabiri, 47 numaralı ayette geçmektedir. Yedinci “yedi” kelimesi de bu ifadede yer almaktadır.
– Bu yedi ayet numaralarının (43–44-45-46-47-48-49) toplamı: 322olup 46×7’dir. Bu tevafuk her şeyden önce Kur’an’da tevafukların
matlup olduğunu göstermektedir.
Sad Suresi
“Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz
koyunu var.” [Sad/23] mealindeki
ayette 99 sayısını gösteren bir tablo sözkonusudur. Bu sayısal tablo değişik
yönden sonsuz bir ilme işaret ettiği gibi, Kur’an’ın sure ve ayet sıralanışının
bir vahiy ürünü olduğunu da göstermektedir.
– 99 sayısı, 3×33’tür. Bunun Kur’an’daki Arapça ifadesi
olan “Tis’un ve tis’ûne” nin matematik değeri, 1122 olup, 33×33+33’tür.
– Bu ayet, Kur’an’ın 3993. ayetidir. Bu rakam, 121×33’tür. Bu ayet, surenin sondan 66.
ayetidir. Ayetin baştan buraya kadar ki sırası ile, içinde bulunduğu surenin
sondan sırasının gösterdiği sayıların toplamı (3993+66=4059), 41×99’dur.
– Doksan dokuz sayısının Arapça ifadesinin gösterdiği 1122 rakamı, aynı zamanda, 17×66’dır. Söz konusu olan ayet,
surenin sondan 66. ayetidir.
– “Onun doksan dokuz koyunu var.” cümlesinin Arapça ifadesi olan“lehu- tis’un ve tis’ûne-
na’ceten” nin ebced değeri, -üç kelimesi
dahil- 1683’tür. Bu rakam, 17×99’dur.
– Ebced değeri, 1683 olan bu cümle yalnız
burada geçmektedir. Ve bu ayet, Mekkî mukattaat sureler sistemine göre, 1683. sırada yer almıştır.
Şura Suresi
Bu sure, vahyin durumunu, onun nasıl geldiğini ifade etmekle
mümtaz bir yere sahiptir. Burada, bu surede yer alan vahiy kavramının
gösterdiği tevafuklar, söz konusu edilecektir.
İlgili ayetin meali şöyledir: “Allah, bir insanla ancak vahiy
yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona
dilediğini vahy eder. O yücedir, Hakîmdir.” [Şurâ/51]
– “Vahiy” kelimesinin matematik değeri, 24’tür.
– Söz konusu ayette “vahy” kelimesinin başına kadar
geçen harflerin sayısı, 24’tür.
– Bütün Kur’an’da “Biz vahiy ettik.” manasına gelen “evhayna”kelimesinin tekrar sayısı, 24’tür.
– Söz konusu vahyin 24 tekrarının, ilki de sonuncusu da,
Hz.Muhammed’e (a.s.) hitap etmektedir.
– Vahiy kelimesinden türemiş diğer fiillerin (geçmiş ve gelecek zaman kipinin)
tekrar sayısı, 48 olup, 2×24’tür.
– Bir hadiste rivayet edildiğine göre, Hz.Peygamber (a.s.)
şöyle buyurmuştur: “Tevrat Ramazanın altısında, İncil, onun 13’ünde, Zebûr,
Onun 18’inde, Kur’an da Ramazanın 24’ünde inzal buyurulmuştur.” Bilindiği gibi,
Kur’an önce dünya semasına “Beytü’l-izze” denilen bir yere toptan indirilmiş, daha sonra, Vahiy meleği
Allah’ın emirleri doğrultusunda, doğan ihtiyaca göre, oradan parça parça alıp
Efendimize getirmiştir. Toptan inişi ifade eden “inzal” kelimesinin delaletiyle, buradaki Kur’an’ın inzalinden maksat,
onun dünya semasına toptan inmesidir. Demek, üç gün sonra da Kadir gecesi olan
Ramazanın 27. gecesinde, bizzat Hz.Peygamber’e vahy edilmeye başlamıştır.
– Kur’an’ın indiği ilk Ramazan’dan son Ramazana kadar (40-63) 24
Ramazan geçmiştir.
– Hz.Muhammed, Kur’an’da açıkça bildirilen peygamberlerin 24.
cüsüdür. Bu sıra, Vahy kavramının ebced değerine uygundur.
– “evhayna” kelimesinin 24. tekrarı,
sözkonusu Şurâ Suresinin 52. ayetinde geçmektedir.
– Bütün Kur’an’da “Vahy” kelimesi, altı defa
kullanılmıştır. Bunlardan, bir zamire bitişmemiş ve el takısı almamış olanı,
iki defa kullanılmıştır. Bu şekliyle, ebced değeri 24 olan “Vahy” kelimesinin
ilk defa, kulanıldığı Şurâ Suresinin 53. ayeti, mukattaat sureler sistemine
göre, 2424.sıradadır.
– Yukarıda geçtiği üzere, bütün Kur’an’da “Vahy” kelimesi, altı defa
kullanılmıştır. Bu sayı, “vahiy müddetini 46 adet altı aylık bir
süreden ibaret olduğunu” vurgulayan hadisin manasına uygundur.
– Yukarıda zikredilen hadiste, 46 adet altı aylıktan, bir adet altı
aylık sürenin rüya ile ilgili olduğu, geri kalan 45 adet altı aylık ise
Kur’an’ın vahyine ait olduğu ifade edilmiştir. Manidar bir tevafuktur ki, Şura
suresinin başında yer alan “Ha-Mim” şifreli harflerden “Hâ” harfi, adı geçen ayette yer alan “Vahy” kelimesinde, 45.
tekrarını yapmaktadır. Bu da Kur’an’ın harflerinin, ne kadar hikmetli ve
manidar bir tarzda kullanıldığını göstermektedir.
– Kur’an’da vahy kavramıyla ilgili geçen kelimelerinin toplamı
(fiil:72; mastar:6), 78’dir. Vahy’ın durumunu
ortaya koyan söz konusu ayetin son kelimesi, Allah’ın “Hakim” ismidir ki, ebced değeri, 78’dir. Şifreli harflerin sayısı da 78’dir. Sayı anlamındaki “aded” kelimesinin matematik
değeri de 78’dir. Demek Kur’an-ı Hakimde
her şey, hikmetlidir.
– Bilindiği üzere, 24 sayısı, 3×8’dir. Söz konusu Şurâ
Suresinin başında bulunan “Hâ” harfinin ebced değeri,
8’dir. Bu harf şifreli -kesik harflerin64. südür. (8×8)
– Adı geçen vahy ayeti, mukattaat sisteminde, baştan itibaren, 2424.sırada olduğu gibi, sondan itibaren de 320. sıradadır. Bu rakam, 40×8’dir. 40 rakamı, bu bağlamda, Hz.Peygamber’in ilk vahiy aldığı
zamanki yaşını göstermektedir.
Allah’ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi
nasıl bir bir saydığını gösteren tevafuk tablolarını ve kelimelerin aritmetik
değerlerinin Kur’an nezdindeki değerini anlamak için Kur’an’ın kendisine bakmak
yeterlidir.
NİYAZİ BEKİ