20.10.16

Allah’a (CC) Hüsn-ü Zan Etmek…

İnsanın yaratılması ve yaratılıştaki maksat,ondan beklenen netice,mahiyeti,icraatları,hayat algısı,davranış biçimi,mukabeleleri,geri bildirimleri ,muameleleri geniş bir planın organizasyonda tesis edilmiş..

Şartlar temin edilmiş..zaman,müddet ölçülendirilmiş her şey bir kanuna bağlanmış.. ilaahir…

Bu büyük döngü ve hayatlı kurgu karşımıza özetle üç temel amaçla çıkıyor..

Risale-i Nur Külliyatı On Birinci Sözde Üstadım Bediüzzaman’ın gerekçesi ile birlikte ifade ettiği vecihle;

“İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin.

Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin:

*Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün.

*Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.

Burada hadiseyi tazammun eden manasında;

"Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve kâinatı yarattım." Hadis-i Kudsi'si sayılabilir.

Bunu insan akıl ve kabine yaklaştıran rahmet ise yakınlığını temin ettirmek lütfü bağlamında ise;

“Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” Hadis-i Kudsi'si söylenebilir.

Üçüncü noktada bu iki bakış açısına ait hikmetin ortaya çıkardığı, görünmek, bilinmek, tanınmak, sevilmek, itaat edilmek, ibadet edilmek bileşeninin işlevselliğidir.

Yine Üstadım Bediüzzaman’ın dersinde irad ettiği;

man tevhidi,tevhid teslimi,teslim tevekkülü,tevekkül saadeti ebediyeyi….şeklinde hülasa edilebilir.

Tüm bu iletken bütünlük, anlayış, kavrayış ve kabullenmek olgusunun kazandırılması üzerine hareket etmektedir.İdrak etmeye zorlama yoktur..Çünkü gözün önüne serilen sanat,aklın önüne açılan hikmet,kalbin önüne açılan hakiki sebep,ruhun mahiyetinde olan cezb,vicdanın fıtri iz’an ve taraftarlığında olan sevk yolun yürünmesini kolaylaştıracak,görsel ve içsel tarifnamelerle yeterlidir.

Adil olan yaklaşım iradeyi tercihinde hür bırakmaktır. Bununla birlikte şefkatli olan yaklaşım ise, doğru olanı tercih ettirmek noktasında müreccih iradeye bir meyil oluşturmaktır.

Risale-i Nur Külliyatı-Lem’alar Kitabı, On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamında; Allah’ın Vahdet Dairesinin genişliği ve muhatabiyette fikrin acizliği noktasında, yakınlığını ihsas etmesi meselesini ifade edilirken;
......

"Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi,(Allah’ın bütün varlıkları kapsayan birlik tecellisi) hitab-ı نَعْبُدُ اِيَّاكَ demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zat-ı Ehadiyeti mülâhaza edip “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” demeye, küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binaen, cüz’iyatta zâhir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi (her bir varlıkta birliği tecelli eden Allah)mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti (Allah’ın her bir varlıkta olan birlik mührü) gösteriyor.

Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede نَسْتَعِينُ وَاِيَّاكَ نَعْبُدُ اِيَّاكَ “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitap ederek müteveccih olsun."

Şekliyle, Allah’ın şahdamarından daha yakın olduğu hakikatini ünsiyet içerisinde bir rahmet tecellisi olarak söylenmiş…

Evet,bir biri içinde müdahil daireler,bir birine bağlı hadiseler,vukua gelen haller,insanın temas etmesi,duçar kaldığı neticeler,sorunlar,nimetler vs..her bir vaka her şeyi ile her sonucu ile ya şükrü ya istiazeyi sığınmayı,tevekkülü,sabrı vb. iktiza etmekte..

İnsanın hoşuna gitmeyen şeyler, mahiyetindeki beka arzusu, hevasının etkisi, tutkularının müptelalığı, tevehhümleri, nefsi değerlendirmeleri bu muamma içerisinde nazarını başka bir noktaya çekebilir.

Gaflete düşebilir ve o gaflet saikasıyla hakikatin hakiki olan güzel yüzünü göremeyebilir. Dünyaya geldiğine pişmanlık gösterebilir. İsyan hallerinde kalabilir. Yaratılışın ulvi maksadına karşı edepsizlik vaziyeti alabilir. Dolayısıyla hilkat-i kâinattaki amacın dışına çıkarak, Rububiyeti müteessir edebilir. Hukuku ibada ve mahlûkatın hukuklarına tecavüz ederek, onları vazifesizlikle suçlamak suretiyle kendisi hakkında bir mahkemeyi netice verip ebedi hapis içerisinde, sonsuz olarak cehennemde kalabilir.

Hem bu felaketi önlemek hem yaratılıştaki maksadı idrak için, her şeyin iyi tarafını görmek, hikmeti anlamaya çalışmak, Kur’anı ve onun nurundan nebean eden eserleri okumakla ve Peygamberimizin A.S.M izini takip etmekle;

Allah ne yaptıysa güzel yaptı,

Neylerse güzel eyler,

Kaderin her şeyi güzeldir,

Her şey güzeldir gibi bir bakış açısına sahip olarak, hakiki mahiyetteki güzelliği idrak ederek, Allah’ın güzelliğine kanaat etmek nimetine mazhar olunmaya çalışılmalı.

O'na tevekkül etmekte,Dua etmekte, O’nu vekil tayin etmekte Rahmetine hikmetine itimad etmeli…Adaletine ,hesap görücülüğüne güvenmeli..Kudreti ile ilgili tereddüde düşmemeli…

Bilgisizliğin davet ettiği,cehaletin körüklediği vesvesenin istilasına kapılmamalı.İnsan dünyaya niye geldiğini öğrenmeli ve yaşamak maksadını idrak ederek..Sahib’ül hayatın marziyatı çerçevesinde hayatını tanzim ederek düzenlemeli…

Ancak Kur’anı, Kur’anın dersini okumadan, çalışmadan, sünnet-i seniye denilen, Allah’ın razı olduğu şeklin temsilcisi, fihristesi olan bir yaşam tarzını benimsemeden güzel görebilmek mümkün değildir.

Çünkü güzellik ancak İmani bir nazar için hakikatiyle gösterilmiştir. Yani bir diğer ifadeyle Mana-yı harfi nazarıyla her şey imana güzeldir.

Diğer zahiri güzellikler ve heveslere göre tasarruf edilen numune nimetler ehli gaflet ve hıyanetin talip oldukları peşin ücretlerdir. Lezzeti gider elemi kalır ve mahrumiyet ardından bir düşmanlık taşır…

Evet Rabbimiz başkasının nazarından görmek irade ettiği eserine bakan gözleri,ebedi manzaralarda ücretlendirmek için seyrin bir adap çerçevesinde olmasını murad etmiş ve bu dileğini Peygamberimizin yüksek ahlakından bizlere göstermiş..

Onun için işiten kulaklar, tutan eller, yürüyen ayaklar, seven gönüller, keşif yapan akıllar, hikmet peşinde giden gayretler önemlidir.

"Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."

Hadis-i Kudsi

Hadisin açıklaması için bakınız; (Önemli)

http://www.sorularlaislamiyet.com/ar...r-misiniz.html

Evet, Rabbimiz tüm eserleri, kitapları, peygamberleri A.S,Evliyaları, Asfiyaları, Müçtehitleri, Mücedditleri, kendisinin nurani ve karanlıklı perdelerinin ardındaki güzelliklerin hizmetkârlarıdır.

Kendi aralarında dereceleri, mahsus mazhariyeti ve onlara göre meşrepleri vardır. Fakat amaç bin bir renkli bu haliçe-i nuraniyenin nakışlarını görmek ve talibine göstermektir.

Evet, Rabbimiz kendisine yönelik zanlar hakkında buyurmuş ve habibine söyletmiş A.S.M;

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi

«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M

İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi)

"Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahidlerin (şahitlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz." (Mümin Suresi, 51)

"...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum Suresi, 47)

"... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)

Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara/153

'Ben abdimin zannı yanındayım (Ona Öyle mua¬mele ederim), istediği gibi beni zannetsin'

Hadis-i Kudsi


«Ben kulumun kalbinde iki korku ve iki emniyeti toplamam. Kim (dünyada benden korksa,. Âhirette' onu emniyette bırakırım. Kim dünyada benden (azabımdan) eminse, âhirette onu korkuda bırakı¬rım,» buyurdu.

Hz. Muhammed A.S.M

“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnü zan ederek ölsün.”

Hz. Muhammed A.S.M


Evet, mesleğimiz olan risale-i Nur bütün dersleri

Tılsım-İ Hilkatin Muamması,

Tılsım-I Muğlâk-I Âlem,

Tılsımı-I Kâinatın Keşşafı,

Hikmet-İ Âlemin Tılsımını,

Hilkat-İ İnsanın Muammâsını,

Hakikat-İ Salâtın Rumuzunu gibi meseleleri idrak etmemizin zahiri ve batıni delillerini talim etmektedir.

Ki, zannımız zahire göre hükmetmesin. Göremediği, anlayamadığı şeylerdeki güzellikleri tahkir etmesin. Zeminden semavata, hayattan ukbaya kadar olan tüm icraat-ı ilahiyenin hakikatini kavrasın. İnsanlık dünyasının tabi tutulduğu imtihanı, Allah’ın mutlak rahim, kerim ve adil olduğu hakkında ilme sahip olsun, marifete yakini olsun..muhabbete ulaşsın…

Kendini Allah’a sevdirmenin yollarını görsün..dua ve ubudiyetin adabını öğrensin..ihlas’a ulaşsın..nefsiyle,şeytanın desiseleriyle mücadele edebilmenin taktiklerini kavrasın…Rabbini isim ve sıfatlarıyla tanıyarak o’na kavuşma,o’nu razı etme isteği ile dolsun..hizmet edebilme aşkıyla yoğrulsun…

Aşağıda, Risale-i Nur’un çok önemli bir hilkat muamması dersiyle son verelim…


YİRMİ DOKUZ’NCU SÖZ’DEN;

Remizli bir nükte:

Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış: Hayır-şer, güzel-çirkin, nef'-zarar, kemal-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor.

Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.

Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.

Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:

Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına ayna ve kalem-i kader ve kudretine sayfa olmak için yaratmış.

Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir.

O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir.

O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir.

O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir.

Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir.

İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti.

Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi.

Zararları menfaatlere mezc ederek,

şerleri hayırlara ithal ederek,

çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.

Vakta ki meclis-i imtihan kapandı.

ecrübe vakti bitti.

Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti.

Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı.

Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti.

Mevcudat, vezâifini ifa etti.

Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi.

Herşey mânâsını ifade etti.

Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi.

Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün mucizât-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi.

Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı.

O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi,

o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini,

o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini,

o kalem-i kader mektubatının hakaikini,

o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını,

o vezâif-i mevcudatın faydalarını, gayelerini,

o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve

o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini

ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını

ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini

ve esbab-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını

ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.

Ve o mezkûr hakikatleri iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedîleştirmek için, o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi.

Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte, şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri “Sizler, ayrılın, ey mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59. tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve ashabı "Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz. Ebediyen kalmak üzere girin Cennete." Zümer Sûresi, 39:73. hitabına mazhar olacak.

Amenna