Bir iki gün evvel bir hâfız,
Sûre-i Yusuf’tan bir aşir, tâ "Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarına kat." Yusuf Sûresi, 12:101. 'e kadar okudu.
Sûre-i Yusuf’tan bir aşir, tâ "Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarına kat." Yusuf Sûresi, 12:101. 'e kadar okudu.
Birden âni bir nükte kalbe geldi. Kur’ân’a ve imana ait
herşey kıymetlidir; zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür.
Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden, küçük değildir.
Öyleyse, "Şu küçük bir nüktedir; şu izaha ve ehemmiyete değmez"
denilmez.
Elbette şu çeşit mesâilde en birinci talebe ve muhatap olan
ve nüket-i Kur’âniyeyi takdir eden İbrahim Hulûsi, o nükteyi işitmek ister.
Öyleyse dinle:
En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsenü’l-kasas olan kıssa-i Yusuf Aleyhisselâmın hâtimesini haber veren ("Müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarına kat." Yusuf Sûresi, 12:101) âyetinin ulvî ve lâtîf ve müjdeli ve i’câzkârâne bir nüktesi şudur ki:
Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemâl-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere eyvah dedirtir.
Halbuki şu âyet, kıssa-i Yusuf’un en parlak kısmı ki, Aziz-i
Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması
olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un
mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki:
Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisini Cenâb-ı Haktan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu.
Mektubat