On Dokuzuncu Sözde tarif edilen ve kitab-ı kebirin âyet-i
kübrâsı ve o Kur’ân-ı Kebirdeki ism-i âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve
en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmiyetin
bedr-i münevveri ve rububiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı
kâinatın keşşâf-ı zîhikmeti olan Seyyidimiz Muhammedü’l-EminAleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiyayı sâyesi
altına alan risalet cenâhı
ve bütün âlem-i İslâmı himayesine
alan İslâmiyet cenahlarıyla,hakikatin tabakatında
uçan ve bütün enbiya ve mürselîni,
bütün evliyave sıddıkîni ve bütün asfiya ve muhakkıkîni arkasına alıp, bütün
kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip, arş-ı ehadiyete yol açıp gösterdiğiiman-ı billâh ve
ispat ettiği vahdâniyet-i İlâhiyeye, hiç vehim ve
şüphenin haddi var mı ki kapatabilsin ve perde olabilsin?
..............
Allahım! Vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve celâline ve cemâline ve kemâline
şehadet eden o zâta rahmet et ki, o, bütün kâinatın ve bütün
enbiya ve evliyanın tasdikiyle musaddak şahid-i sadık ve bütün ehl-i tahkikin
tahkikatıyla müeyyed burhan-ı nâtık, bütün enbiya ve mürselînin icmâ ve tasdik
ve mu’cizelerinin sırrına mazhar olan efendisi, bütün evliya ve sıddıkînin
ittifak ve tahkikat ve kerametlerini hâvi olan imamı, hakkaniyeti hadsiz
tahkikatla teyid ve tasdik edilen mu’cizât-ı bâhire ve havârık-ı zâhire ve
delâil-i kàtıa sahibi, zâtında güzel hasletlerin en nihayet merâtibini,
vazifesinde ahlâk-ı ulviyeyi, hilâftan münezzeh olan şeriat-i mükemmelesinde en
yüksek seciyeleri câmi’, Kur’ân’ı indirenin, indirilen Kur’ân’ın ve kendisine
Kur’ân indirilen zâtın ittifakıyla vahy-i Rabbânînin mazharı, âlem-i gayb ve
âlem-i melekûtu seyr ü seyahat ve temâşâ eden, ervâhı müşahede ve melâikeye
refakat eden, şahsen ve nev’en ve cinsen kâinatın bütün kemâlâtının fihristesi,
şecere-i hilkatin en münevver meyvesi, hakkın sirâcı, hakikatin burhanı,
rahmetin timsali, muhabbetin misali, kâinat tılsımının keşşâfı, saltanat-ı
Rububiyetin dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin remz-i ulviyetiyle, Fâtır-ı
Âlemin bu kâinatı onu nazara alarak halk ettiği anlaşılan, düsturlarının
vüs’ati ve kuvvetinin işaretiyle Kâinat Nâzımının nizâmı olduğu ve Hâlık-ı Kâinat
tarafından vaz edildiği zahir olan şeriatin sahibidir-evet, bu nizâm-ı ahsen ve
ecmeli câmi’ olan bu dinin nâzımı, ancak bu nizâm-ı etem ve ekmel olan bu
kâinatın Nâzımı olabilir. Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve
selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler
topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu
Muhammed’in üzerine olsun. Bu doğru söyleyen ve doğrulanan vahdâniyet şahidi,
bütün şahitlerin başları üzerinde bir nidâ edici ve beşer taifelerine bir
muallim olarak, bütün kuvvetiyle ve gayet-i ciddiyetiyle ve nihayet-i vusukuyla
ve kuvvet-i itmi’nânı ve kemâl-i imânıyla, asırların ve kıt’aların gerisinden
ulvî bir nidâ ile seslenip, “Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığına
şehadet ederim. O birdir ve Onun hiçbir şeriki yoktur” diye ilân ediyor.