22.12.12

Önemli Bir Müdafaa/Ahmet Feyzi RH...

Ahmed Feyzi’nin müdafaasıdır



Afyon Ağırceza Mahkemesine,


Sayın hâkimler,


Bir din âlimi ile görüşmek, onun din hakikatlerine ait kitaplarını okumak ve yazmak ve din arkadaşlarının imdadına koşmak üzere dinine ve Kur’ân’ına ve Peygamberine (a.s.m.) hizmet etmek bir mü’minin vazifesi ve hakkı değil midir?

Bizi bu hizmet-i diniyeden men eden bir kanun maddesi var mıdır? Bazı cihetlerin zamanımızdaki küfrî ve gayr-i ahlâkî cereyanları tenkit etmesi bir suç mu teşkil ediyor? Biz ne siyasetle, ne idare ile asla alâkası olmayan, yalnız dindar, saf halk kitlesiyiz.

Bir insana hüsn-ü zan etmek ve kıymet vermek herkesin şahsî bir kanaatidir.

Biz Bediüzzaman’ı zamanımızın en yüksek din âlimi biliyoruz.

Din hakikatlerini asla dalkavukluk yapmadan beyan ve ifade eden bir hakikat adamı biliyoruz.

Mücahid adını vermekliğimiz, memleketimizi tehdit eden ahlâksızlık ve imansızlık cereyanlarına karşı Kur’ân’ın sarsılmaz hakikatlerine dayanarak giriştiği müdafaa ve hizmet-i diniyesinden dolayıdır.
Din ve vicdan hürriyetinin hükümran olduğu bir memlekette vicdanî kanaatlerimizden mes’ul olamayız. Bundan dolayı da kimseye hesap vermeye mecbur değiliz.

Âhirzamanda hadîsin haber verdiği şahısların meselesine gelince: Bu mevzuları biz kendimiz uydurmadık. Bunların aslı dinde mevcuttur. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı hadîslerle, ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ömrünün bin beş yüz (1500) seneyi pek geçmeyeceğini söylüyor. O zamana kadar da ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ve dünyanın hayatında mühim tesir yapacak büyük tarih hâdiselerini, “kıyamet alâmetleri” diye haber veriyor. Bunların şerri üzerine ümmet-i İslâmiyenin nazar-ı dikkatini celb ediyor. Gaflet ve cehaletle bu şerlere dûçar olanların ebedî şekavet ve helâketle karşılaşacaklarını söylüyorlar. Bunlara dair sayısız dinî burhanlar mevcuttur. Biz ki Allah’a ve Resulüne ve Kur’ân’a inanmışız. Şimdi bu imanın ve Peygamberin sıdkına olan bu itikadın neticesi olarak kendimizi helâk-ı ebedîden kurtarmak için çalışmayalım mı? Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim mi? “Acaba bu tehlikeli zaman gelmiş midir? Sakın bu tehlikelere düşen nesil biz olmayalım?” diye bunları mevcut dinî hakikatlere tatbik cihetlerini göstermeyelim mi? Biz de, önümüzdeki müsbet delilleri ve vücud-u İlâhîye bizi sevk eden hakaik-i müberhene ve ilmiyeyi görmeyerek, sırf Avrupa dinsizliğini en büyük lâzime-i medeniyet ve şiar-ı irfan add ile dinimizi terk etsek, acaba helâk-i ebedîden bizi kim kurtaracak? Bunu düşünmeyelim mi? Bu zihniyette olan, Kur’ân’dan ve onun hakaikinden üstün birşey tanımayan bir insan, sırf fâni cezalar korkusuyla kendini ebedî helâke atar mı? Yahut fâni bazı kıymetlere değer verir mi? Allah ve Resulüne ve dinine hizmet vazifesinden vazgeçer mi?

İşte bizi Bediüzzaman’a bağlayan hakiki âmiller bunlardır. Başka bir menba-i dinî var mı ki, biz ruhumuzun bu ezelî ihtiyaçlarını onunla teskin edelim?

Sayın Savcı, bize kütüphaneleri dolduran binlerce Arapça ve bugünün ruhuna tercüman olamayan kitapları tavsiye ediyor.  

Sayın Savcı ve onun gibi düşünenler, Risale-i Nur namı altındaki külliyat-ı ilmiyeyi ve hazine-i hürriyeti ve hakikat-ı âliyeyi beğenmeyebilirler, tenkit de edebilirler. Bu kendilerinin bileceği bir iştir.   Bizim şu veya bu esere rağbet etmemize ve ona kıymet vermemize karışamazlar.

Biz Risale-i Nur’u seviyoruz. Ve onu hakiki ve riyâsız bir din kitabı ve Kur’ân tefsiri biliyoruz.

Kıymet ölçüleri ve hükümleri vicdanî bir takdir meselesidir. Buna kimse müdahale edemez. Evet, biz Risale-i Nur Müellifinin velâyetine ve daima ayn-ı hakikat dersi verdiğine kailiz.   Kendisinin kabul etmemesi bizim bu kanaatimizi sarsmıyor.

Ancak bizim kabul ettiğimiz, keramet-i kevniyesinden dolayı değil, Nurların dersinde harikulâde ve ekmel tezahürlerine şahit olduğumuz ve bütün cihan-ı irfana meydan okuyan keramet-i ilmiyesinden dolayıdır.  

Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde bu kadar feyz-i ilim neşreden ve ilmin harikalarıyla en müntehâ mesâil-i ilmiye ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanla bu kadar cazibedar bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir harâret izhar eden ve gayet feyyâz bir aşk ve heyecan terennüm eden bir derya-yı iman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz?

Fâni zevâhirin âlâyişine ednâ bir meyil ve iltifat göstermeyen ve en küçük bir menfaat ve lezzete tenezzül etmeyen;

levs-i fâninin ayağına dolaşan bütün yaltaklanmalarına asla kıymet vermeyen;

kimseden birşey beklemeyen ve dilenmeyen ve kendisine arzedilenleri kabul etmeyen;  

iffet ve ismetin en âlî örneklerini yaşatarak sabûrâne, mütehammilâne, her nevi mahrumiyetlere göğüs germek sûretiyle kendini hakikate ve envâr-ı Kur’âniyeye ve maarif-i Muhammediyenin (a.s.m.) izharına vakfeden;  

ve memleket ve milletin ıztırabatı karşısında pür-rahm ü şefkat ağlayan;  

kendine yapılan bunca ihanetlere rağmen etrafındakilerin saadetleri için hizmetinden asla vazgeçmeyen;  

ihtiyarlığına ve bîkesliğine bakmayarak insanları gayyâ-yı cehil ve girdâb-ı inkârdan kurtarmaya, hasbî ve İlâhî bir cehd ile çalışan ve savaşan fazilet ve nur âbidesini Üstad addetmekliğimizi çok mu görüyorsunuz?  

Kendisinin bu arz edilen keramet-i ilmiyesiyle beraber, sırf ahlâk ölçülerinin kaybolduğu böyle bir devirde gösterdiği bu misilsiz feragat ve istiğna ve şaheser-i ismet ve istikamet dolayısıyla yine bir enmûzec-i kemâl ve mihrab-ı fazilet olarak tanınmaya ve iktida edilmeye şâyândır.  

İşte biz Bediüzzaman’a ve eserlerine bu gözle bakıyoruz. Acaba mumaileyhe sırf imanımızdan neş’et eden bu bağlılığımız ve Kur’ân’ın ve beyanat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) küfür ve ahlâk hakkındaki şiddetli tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyla iştirakimiz, bizi levs-i fâni addedilen siyasetçi mi yaptı?

Yoksa yirmi beş seneden beri din hakikatlerini öğrenemeyen ve helâk-i mutlaka giden soyumuzun bir kısım evlâtlarına, onları helâk-ı ebedîden kurtarmak için, Allah ve Resulünden, hakikat ve Kur’ân’dan haber vermek, onların temiz ruhlarını mâsum vicdanlarını ıslah etmeye hiç ifsad denilir mi?

Sayın hâkimler,

Biz asla siyasetçi değiliz. Biz siyaseti, bizim gibi siyaset ehli olmayana binbir çeşit veballer, tehlikeler ve mes’uliyetler taşıyan bir meslek biliriz. Fâni zevâhire de zaten kıymet vermeyiz. Dünyaya ancak rıza-yı İlâhîye bizi götüren hayırlı vechesiyle bakıyoruz. Bu itibarla siyaset peşinde koşmayı ve devlet mefhumuyla mübareze ittihamını şiddetle reddediyoruz. Eğer böyle bir kasıt olsaydı, yirmi beş seneden beri ednâ bir tezahür olurdu.
Evet, bizim menfî bir cephemiz, ahlâksızlığa ve imansızlığa müteveccih bir takbih tarafımız var. Bu sırf imandan ve Kur’ân’ın bu mevzular üzerindeki şiddet-i beyan ve azamet-i tevbihine bizzarure iştirakimizden ileri geliyor. Eğer bu esbab-ı mucibe, samimiyetin ve ihlâsın, hakikat ve safvetin bu tarz-ı beyanı size kanaat vermediyse, bize ne şekil isterseniz ceza veriniz. Lâkin unutmayınız ki, bugün altı yüz milyon insanın mensubiyetini taşıdığı Hazret-i İsa (a.s.) zamanının idarecileri tarafından sırf insanlığın saadeti için kalbi çarptığı ve emanet-i tebliği hâmil bulunduğu sebeplerle âdi bir hırsız gibi idama mahkûm edilmişti.
Biz hür söylediğimizden dolayı mâruz kalacağımız bu mahkûmiyeti iftiharla karşılayacağız. Ve sadece  حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ nidasıyla dergâh-ı Kàdiyü’l-Hâcâta el açacağız.

Afyon Cezaevinde mevkuf Ortaklar Bucağından



Ahmet Feyzi Kul





Önemli Bir Müdafaa/Mehmet Feyzi RH...



Mehmed Feyzi’nin müdafaasıdır

Afyon Ağırceza Mahkemesine,
İddianame beni Üstadım Said Nursî’nin hem sır kâtibi, hem kendisiyle, hem Risale-i Nur’la şiddetli alâkalı, hem çok hizmet ettiğimi bahisle, bu hareketimi medâr-ı mes’uliyet saymış.

Ben de buna karşı bütün kuvvetimle bu ittihamı kabul edip iftihar ediyorum.

Çünkü fıtratımda ilme karşı gayet kuvvetli bir iştiyak var.

Bir delili şudur ki: Denizli hâdisesinde menzilim taharri edildiği vakit beş yüz seksen (580) adet mütenevvi kütüb-ü ilmiye ve Arabiye evimde bulunduğu resmen sabit olmuştur.

Benim fakr-ı halimle ve gençliğimle ve lisan-ı Arabîde noksaniyetimle beraber bu zamanda binde bir şahısta bulunmayan bu mütenevvi beş yüz seksen (580) cilt kitabı bana toplattıran, fevkalâde bir talebelik şevki ve harika bir aşk-ı ilmîdir.

İşte bu fıtrî istidatla, daima hakiki bir üstad arıyordum. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrolsun ki, uzakta aradığımı pek yakında elime verdi.

Evet, Üstadım olan Said Nursî’nin bütün hayatının gayesi, şevk-i ilimde ve ulûm-u İslâmiyeyi bilmek aşkında geçtiğini bütün hayatı şehadet ediyor.

Hem ben müşahedatımla, hem Üstadımın matbu tarihçe-i hayatıyla, hem eski talebelerinden aldığım malûmatla kat’î bildim ki, bendeki fıtrî aşk-ı ilmî, Üstadımda harika bir surette bulunuyor ki, bu zamanda bütün medrese âlimlerinin hilâfına olarak, pek harika, tek başıyla medrese talebeliğini muhafaza edip her belâya tahammül etmiş.

Hattâ ehl-i siyaset, Üstadımın bu acip hallerini anlamadıkları için hiç alâkası olmayan bir nevi siyasete temas ettirmeye çalışmışlar. Hattâ hapislere sokmuşlar. Fakat sonra Cenâb-ı Hak, o aşk-ı ilmîyi Kur’ân’ın hakaikine bir anahtar yapmış. Bütün ehl-i ilmi ve feylesofları hayrette bırakan Risale-i Nur meydana çıkmış.

Ben de o sırada bütün hayatımda aradığım ve kendi fıtratımda ve fakat pek yüksek bulunan bu Üstadı bir ihsan-ı İlâhî olarak Kastamonu’da yanımda buldum. Âhir ömrüme kadar da buna teşekkür ediyorum.

Hem Üstadım eskiden beri izzet-i ilmiyeyi muhafaza için sadaka ve hediye gibi şeyleri kabul etmediği gibi, talebelerini de men eder.

Kimseye başını eğmez.

Hattâ harika vaziyetlerinden, harp içinde avcı hattında oturmaya ve sipere girmeye tenezzül etmeyerek izzet-i ilmiyeyi muhafaza ettiği gibi, üç dehşetli kumandana karşı kahramancasına hocalık ve haysiyet-i ilmiyeyi muhafaza için onların hiddetine karşı ehemmiyet vermeyip onları susturdu.

Onun için bu Üstadımı, bu millet ve vatanın ve Türk ulemasının pek büyük şerefini muhafaza etmek için herşeyini feda etmiş bir şahıs bildiğimden, ben de kendime hakikî üstad kabul ettim. Böyle vatan ve millete hakiki fedakâr bir Üstadınfarz-ı muhâl olarakyüz kusuru da olsa nazar-ı müsamaha ile bakıp itiraz etmemek gerektir.

Bu memleketin vatanperverleri Meşrutiyet devrinde, milliyetçiler ve hamiyetperverleri Cumhuriyette, bu Üstadın ilme ettiği fevkalâde hizmeti vatan ve millet namına takdir ettiklerine bir nümunesi şudur ki: Câmiü’l-Ezher sisteminde, Medresetü’z-Zehrâ namında Van vilayetinde temeli atılıp eski Harb-i Umumî münasebetiyle geri kalan Şark darülfünununa İttihad ve Terakkî hükûmeti on dokuz (19) bin altın lira verdiği gibi, yirmi dört sene evvel Cumhuriyet hükûmeti de Üstadımın Dârülfünununa yüz altmış üç (163) mebusun tasdikiyle yüz elli (150) bin lira tahsisat verilmesini kabul etmeleridir. Bu yüksek Üstadın tek başıyla Câmiü’l-Ezher gibi binler hocaların teşebbüsüyle vücuda gelecek bir medrese-i kübrâyı vücuda getirmeye yakın muvaffak olması gösteriyor ki, vatanperverler ve milliyetperverler dahi, medrese ulemalarıyla beraber bu Üstadımı takdir ve tahsin etmeleri lâzım ve elzemdir.

Biz de böyle bir Üstad elimize geçtiği için her zahmet ve meşakkate tahammüle karar vermişiz. Füyuzât-ı ilmiyesiyle ve yüz otuza varan âsâr-ı kudsiyesinin hakaikiyle beni ilim ve iman yolunda terakki ettiren bu mümtaz allâme-i zamana sonsuz bir varlıkla hürmetim vardır. Bu hürmetim ebede kadar inşaallah gidecektir.

İddia makamının beni suçlandırmak istediği ve aylardan beri tetkikat ve taharriyat neticesinde hakikatine vasıl olamadığı, dini ve dinî hissiyatı âlet ederek devletin emniyetini ihlâl edecek bir gizli cemiyetin, ne vücudu var ve ne de böyle bir cemiyetle alâkamız vardır. Yegâne alâkamız, hükûmet-i cumhuriyenin kanunları muvacehesinde en çetin imtihanlarda, en yüksek ehl-i vukuf heyetler tarafından icap eden hürmeti görmüş ve salâhiyettar mahkemelerde beraat kazanmış Risale-i Nurlardır. Bu ise, vatana ve millete ihanet değil, doğrudan doğruya vatana ve millete nâfi ilim uğrunda bir çalışmaktır. Bunun hâricinde ne bir siyasî maksat ve ne de başka bir garaz yoktur. Binaenaleyh, bu hususta da mâsumiyet ve samimiyetimiz meydanda olmakla, Denizli Mahkemesinde olduğu gibi yüksek mahkeme-i âdilenizden adaletin tecellîsiyle beraatimi talep ediyorum.



Afyon Cezaevinde mevkuf Kastamonulu



Mehmed Feyzi Pamukçu





18.12.12

Karda öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki

Bismillahirrahmanirrahim




İnsan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir.



Meselâ, kudret-i fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar.



Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder.



Meselâ, “kar“ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. (Sözler, On Sekizinci Söz)



Bediüzzaman Said Nursi

7.12.12

Bediüzzaman SAİD NURSÎ, Mesnevî-i Nûriye,HABBE/DUA

Allah'ım! Sen benim Rabbim,Halık'ım ve Mabud'um olduktan sonra, iki dünyanın hayatını da kaybetsem ve kâinat bütünüyle bana düşmanlık etse, ehemmiyet vermemeliyim. Çünkü ben Senin mahlûkun ve masnûunum. Sonsuz günahkârlığım ve insana değer kazandıran sâir güzel hasletlerden nihayetsiz uzaklığımla beraber, Senin ile bir alâka ve intisap cihetim var. İşte, Senin böyle durumdaki bir mahlûkunun lisânıyla niyâz ediyorum ey Halık'ım, ey Rabbim, ey Râzık'ım, ey Mâlik'im, ey Musavvir'im, ya Mâbud'um!


Esmâ-i Hüsnân, İsm-i Âzamın, Kur'ân-ı Hakîmin, Habîb-i Ekremin, Kelâm-ı Kadîmin, Arş-ı Âzamın ve bir milyon İhlâs Sûresi hürmetine bana merhamet et yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân!

Günahlarımı bağışla yâ Gaffâr, yâ Settâr, yâ Tevvâb, yâ Vehhâb!

Beni affet yâ Vedûd, yâ Râuf, yâ Afüvv, yâ Gafûr!

Bana lütufta bulun yâ Latîf, yâ Habîr, yâ Semi', yâ Basîr!

Günahlarımı affet yâ Halîm, yâ Alîm, yâ Kerîm, yâ Rahîm!

Bizi dosdoğru yola hidâyet et yâ Rab, yâ Samed, yâ Hâdi!

Bana fazl ve ihsanda bulun yâ Bedî, yâ Bâkî, yâ Adl, yâ Hû!

Kalbimi ve kabrimi îman ve Kur'an nûruyla canlandır yâ Nûr, yâ Hak, yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Mâlike'l-Mülk, yâ Zelcelâl-i Ve'l-ikrâm, yâ Evvel, yâ Âhir, yâ Zâhir, yâ Bâtın, yâ Kaviyyü, yâ Kadir, yâ Mevlâm, yâ Gafir!

Yâ Erhâme'r-râhimîn! Kur'ân'daki İsm-i âzam ve şu âlem kitabında en büyük sırrın olan Hz. Muhammed (a.s.m.) hürmetine, bu güzel isimlerini bedenimdeki kalbime ve kabrimdeki rûhuma İsm-i Âzam'ın nurlarını akıtan pencereler eylemeni niyâz ediyorum. Bu sayfa, kabrimin tavanı; bu isimler de hakîkat güneşinin hüzmelerini rûhuma akıtan pencereler olsun.

Allah'ım! Kıyâmete kadar bu isimlerle duâ eden ebedî bir dilimin olmasını temennî ediyorum. Öyle ise şu kalıcı yazıları, benden sonra, geçici dilim yerine kabul eyle.

Allah'ım! Peygamber Efendimiz'e (a.s.m.) rahmet eyle.Öyle rahmet ki, onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtar. Bütün ihtiyaçlarımızı o rahmetin hürmetine yerine getir. Bütün günahlarımızı o rahmetin hürmetine temizle, o rahmetin ile bütün hatâ ve günahlarımızı bağışla.



Ey Allah'ım, ey duâlara cevap veren! Hayatım boyunca ve ben öldükten sonra, her an bu salavâtın kat katını ver. Bir milyon salât ve selâm, bir o kadarla çarpımından çıkan netice ve bunun da kat katı, Efendimiz Muhammed'e, onun Âl, Ashâb, yardımcı ve tâbîlerine olsun. Bu salavâtların herbirini benim ömür müddetimdeki günahkâr nefeslerim sayısınca çoğalt. Bu salavâtların herbirisi hürmetine beni affeyle, bana merhamet et. Bunu rahmetinle yap, yâ Erhame'r-râhimîn. Âmin.''

ŞEMME, Mesnevî-i Nûriye, Bediüzzaman SAİD NURSİ /DUA

Allah'ım! Günahlar dilimi tuttu, emrine itaatsizliğim utancımdan ne diyeceğimi bilemez hâle getirdi, şiddetli gaflet sesimi kıstı. Rahmet kapını çalıyor ve efendim, dayanağım olan Şeyh Abdülkadir Geylânî'nin Sence makbul ve kapıcın yanında tanınan sesiyle mağfiret kapında durarak şöyle sesleniyorum:

 ''Ey rahmeti herşeyi kaplayan! Ey herşeyin içyüzü ve hükümranlığı elinde olan! Ey kendisine hiçbir şey zarar vermeyen, Kendisine hiçbir şey fayda sağlamayan, Kendisini hiçbir şey mağlûp edemeyen, Kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan, Kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen, hiçbir şeyden yardım beklemeyen, hiçbir şey Kendisini başka birşeyle meşgul olmasından alıkoymayan, hiçbir şey Kendisine benzemeyen, hiçbir şey Kendisine âciz bırakamayan Allah'ım! Benim herşeyimi bağışla.Öyle ki, beni hesâba çekeceğin hiçbir şey kalmasın. '

'Ey her şeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında olan, ey hiçbir şey yokken var olan, ey herşeyden sonra da varlığı devam eden, ey herşeyin üstünde varlığı zâhir olan, ey herşeyden başka ve bâtın olan, ey herşeyi emri altında bulunduran Allah'ım! Benim bütün günahlarımı bağışla. Şüphesiz Senin herşeye gücün yeter.

''Ey herşeyi bilen, herşeyi kuşatan, herşeyi gören, herşeye şâhid olan, herşeyi gözetip kontrol eden, herşeye lütûfta bulunan, herşeyden haberdar olan Allah'ım! Bütün günah ve hatâlarımı bağışla! Öyleki, beni hesâba çekeceğin hiçbir şey kalmasın. Şüphesiz Senin herşeye gücün yeter. Allah'ım! Senden ayrı yaşamaktan ve bayağı arzularımdan, Senin celâlin izzetine, izzetinin celâline, saltanâtının kudretine, kudretinin saltanâtına sığınırım.

''Ey dergâhına sığınanları koruyan Allah'ım! Beni şeytânî arzulardan koru, beşerî kirlerden temizle, peygamberin olan Hz. Muhammed'in (a.s.m) candan sevgisini nasip ederek gaflet pasından, cehâletten gelen evhamlardan uzaklaştır.Öyleki benlik ve enâniyet tamamen yok olup, herşeyim Allah tarafından olsun. Böylece Allah'ın nîmeti sayesinde ihsan deryâsına dalsın, Allah'ın kılıçlarıyla yardıma mazhar olsun, Allah'ın inâyetiyle memnun olsun, Allah'tan alıkoyan herşeyden Allah'ın himâyesiyle korunmuş olsun.

 ''Ey nurların nuru, ey sırları bilen, ey gece ve gündüzü döndüren, ey herşeyi elinde bulunduran Melik, ey izzet sahibi Azîz, ey düşmanlarına galip gelen Kahhâr, ey sonsuz merhamet sahibi Rahîm, ey şefkat sahibi Vedûd, ey günahları affeden Gaffâr, ey gaybları çok iyi bilen, kalb ve gözleri halden hâle çeviren, ey kusurları örten, ey günahları bağışlayan! Günahlarımı bağışla, çareleri daralan, yüzüne karşı kapılar kapanan, doğru yolda olanların izinde yürümek kendisine güçleşen, ömür günleri tükendiği halde nefsi gaflet, günah ve faydasız amel sahalarında başıboş yaşamaya devam eden kuluna merhamet et.

''Ey dua edildiğinde cevap veren ve ey hesâbı çabuk gören! Ey keremi bol ve kullarına bağışı bol olan! Hastalığı artan şifası güçlesen, çaresiz kalan, musîbeti fazlalaşan ve Senden başka sığınak ve ümidi olmayan kuluna merhamet et. ''Allah'ım! Kederimi, üzüntümü ve şikâyetimi sadece Sana arz ediyorum. Allah'ım Tek delilim, muhtaç oluşum, hazırlığım, elimin boş olması ve çaremin tükenmişliğidir. Allah'ım! Senin cömertlik deryalarından bir damla, benim bütün ihtiyaçlarımı karşılar. Senin af dalgalarından bir zerre yeter bana.

''Ey yaratıklarına karşı çok şefkatli olan Vedûd, ey yaratıklarını çok seven Vedûd, ey yüce arşın sahibi, ey mahlûkatı yoktan yaratan ve onları öldükten sonra yeniden dirilten, ey dilediğini yapan! Arşının rükünlerini dolduran zâtının nûru hürmetine, bütün yaratıklarına galip geldiğin kudretin ve herşeyi kuşatan rahmetin hakkı için istiyorum. Senden başka ilâh yok, ey kullarının imdâdına koşan Allah'ım! Bize imdat et, ömrün boyunca işlediğim bütün günahlarımı ve dilimin sürçmelerini bağışla. Bunu rahmetinle yap, ey merhamet edenlerin en merhametlisi!

Duâmızı kabul eyle.

Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun."

 Amin..Amin..Amin...